Köklü bir geçmişe sahip olan İslami İlimler, güçlü bir gelenek oluşturmuştur. Bu gelenek içerisinde, akıl ile vahiy, fizik ile metafizik arasında uyum sağlanmıştır. Ne var ki modern dönemde bu uyum bozulduğu için daha önce var olmayan dinî , hukukî, itikadî, sosyal, psikolojik vb. pek çok problemle karşılaşılmıştır. Bu problemlere çözüm üretilmesi, din ile dünya arasındaki uyum ve yakınlaşmanın yeniden tesisini gerektirmektedir. Bu da İslami ilimlerde nitelikli çalışmalar yapmakla mümkündür.
(M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2019) Sarıkaya, Abdüssamet; İslami İlimler Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Bölümü
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî (ö. 333/944), hem Ebû Hanîfe’nin (ö. 150/767) fıkhî görüşlerini benimsemiş hem de yaşadığı dönemde üst düzey bir ilmî çabayla Ebû Hanîfe’nin tohumlarını attığı itikâdî görüşleri sistematik bir şekilde yeniden ele alarak Sünnî kelâm ekolünün teşekkülünü sağlamıştır. Bu sebepten gerek yaşadığı dönemde gerekse vefatından sonra pek çok âlim kendisinden övgü ve sitayişle bahsetmiş ve itikâdî hususlarda imâm olarak kabul etmiştir. Söz gelimi bulunduğu coğrafyada pek çok kişi kendisinden “imâmü’l-hüdâ”, “imâmü’l-mütekellimîn” şeklinde bahsederken Ebü’l-Muîn en-Nesefî (ö. 508/1115), Tebsıratü’l-edille isimli kelâm eserinin pek çok yerinde kendisini övmüş1 ve Pezdevî (ö. 493/1100) kendisinden “eş-şeyh el-imâm” şeklinde bahsederek onun kendi düşünce dünyasındaki konumuna işaret etmiştir.