İslam’da Medeniyet Bilimleri Tarihi Sempozyumu Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 23
  • Yayın
    Arap edebiyatında inşâ sanatının ortaya çıkışı ve başlıca temsilcileri
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Bulut, Ali
    Bu çalışmanın amacı Arap edebiyatının önemli bir dalı sayılan inşâ sanatının ortaya çıkış sürecini ele alıp başlıca temsilcilerini tanıtmaktır. Çalışma bir giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde inşa sanatının ilk örneklerinin nasıl başladığına kısaca temas edilmiştir. Birinci bölümde risâle ve inşâ kavramlarının sözlük ve terim anlamları ele alınmıştır. İkinci bölümde ise Abdülhamîd el-Kâtib, İbnü’l-Mukaffa‘, Câhız, İbnü’l Amîd, Ebû Bekr el-Hârizmî, Bedîuzzamân el-Hemedânî, Ebû İshâk es-Sâbî, Sâhib b. ‘Abbâd gibi risâleleri günümüze ulaşmış Emevî ve Abbâsî döneminin başlıca inşa ustalarının kısa biyografilerine yer verilip, bu şahsiyetlerin inşa sanatının gelişmesine yaptıkları katkılar, getirdikleri yenilikler, risâlelerindeki üslûpları ele alınmıştır.
  • Yayın
    Değişen medeniyet paradigmalarına ayna tutan bir gözlemci: Mısırlı Yahya Hakkı
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Yazıcı, Hüseyin
    Mısır’ın önemli edebi şahsiyetlerinden olan Yahya Hakkı, 1905 senesinde Kahire’de mütevazı bir evde Türk bir baba ile Arnavut bir annenin oğlu olarak dünyaya gelmiş ve 1992’de Kahire’de ölmüştür. Kahire Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan (1925) sonra çeşitli ülkelerde diplomat olarak görev yapmıştır. Bu çerçevede 1930-1934 yılları arasında İstanbul’da, 1951-1952 yılları arasında da Ankara’da Mısır elçiliğinde görev yapmıştır. İstanbul’da bulunduğu süre içinde basından çeviri yapabilecek ve basını takip edebilecek düzeyde Türkçe öğrenmiştir. Türkiye’de bulunduğu süre içinde birçok şehri ve köyü gezmiş ve buralarla ilgili izlenimler edinmiştir. Ẕikrayāt Maṭviyye (Saklı Kalmış Hatıralar) adlı eseri uzun yıllar gün yüzüne çıkamamış, nihayet 1993 senesinde yani ölümünden bir sene sonra kızı Neha Yahya Hakkı’nın gayretleriyle basılabilmiştir. Türkiye’de kaldığı süre içinde edindiği kültürel, sanatsal, sosyal, siyasal, ekonomik ve askeri izlenimlerini selis üslubuyla tarihe kaydetmiştir. Okuyucuya sundukları sadece nakil değil, gözlem ve tahlil eleğinden geçen yazılardır.
  • Yayın
    Modern edebiyat tarihçiliğinin ayrıştırıcı ve çatışmacı zihniyeti
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Karaismailoğlu, Adnan
    “Modern Edebiyat Tarihçiliği” ifadesi, Batılı şarkiyatçıların kendi usul ve yöntemleriyle Doğu dünyası için başlattığı ve ulus devletlerin bilim adamları tarafından benimsenen önceki asırlara ait edebi birikimle ilgili çalışmaları kapsamaktadır. “Zihniyet” sözcüğü ise, bu çalışmaları yönlendiren ön yargılara ve kararlılığa işaret etmektedir. Türkiye’de, İran’da ve Arap dünyasında Batı kaynaklı disiplin ve prensiplerle başlatılan modern edebiyat tarihi çalışmaları önemli eserlerin tanınmasını, ortaya çıkarılmasını ve yayınlanmasını sağlamış olsa da dayandığı zihniyet bu önemli yararı gölgeleyecek sonuçlara ve bakışlara yol açmıştır. Bu husus artık her yönüyle günümüzde ele alınmalı, ülkeler ve toplumlar üzerinde olumsuz etkileri varsa açıkça ortaya konulmalıdır. Modern edebiyat tarihçiliğinin yüz yılı aşkın macerasının etkileri, kanaatimizce bugün hâlâ bilim, kültür ve sanat dünyasında devam etmektedir. Klasik Türk şiiriyle ilgili yargılar, Fars dili ve şiiri çevresinde oluşturulan genel kabuller, Arap edebiyat tarihinde yer alan Fars asıllı kişiler ve Osmanlı dönemindeki Arap edebiyatı hakkında yazılanlar, örnek olarak gösterilebilir. Modern edebiyat tarihçiliği, İslâm dünyasında ülkeleri ve toplumları birbirlerinden ve hatta kendi geçmişlerinden uzaklaştırıcı bir görev üstlenmiştir âdeta. Eldeki birçok edebiyat tarihi kitabı, İslam dininin, tarihin ve ortak coğrafyanın sağladığı yakınlık ve beraberliği çeşitli yöntemlerle gözler-den uzakta tutmaktadır. Bu ayrıştırma çabasında ilk hedefin Osmanlıların, yani Türklerin olduğu, sonra Arapların ve Farsların olduğu anlaşılmaktadır. İslam ülkelerindeki 20. asrın bazı ünlü edebiyat tarihçileri üzerinden bu değerlendirmeyi şekillendirmek ve örneklendirmek mümkündür. Ortak coğrafyanın ve müşterek zevkin ürünlerinin sonuçta dillere, hatta lehçelere bölünerek farklılık ve rekabet iddialarıyla tanıtılması, özellikle mazi için her halde makul değildir.
  • Yayın
    Osmanlı sanatında resimli bir Firâsetnâme
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Haral, Hesna
    Bu makale Osmanlı saray tarihçisi Tâlikîzâde Mehmed Suphi’nin kaleme aldığı Firâsetnâme isimli eserin minyatürlü bir nüshasını konu edinmektedir. Bu yazma eser bugün Fransa Milli Kütüphanesi’nde (Bibliotheque Nationale de France PBNF Supplement Turc. Nr. 1055) muhafaza edilmektedir. Eser ilmü’l-firâset adı verilen ve kısaca aklî delil, tecrübe ve kıyas yolu ile insanın fiziki özelliklerinden hareket ederek onun huy ve ahlakının bilinmesi manasına gelen ilim dalı hakkındadır. Tâlikîzâde eserini Sultan III. Murad’a (1574-1595) sunmuştur. Üzerinde tarih kaydı taşımayan Firâsetnâme nüshasında hepsi aynı sanatçının elinden çıkmış beş minyatür bulunmaktadır. Minyatürlerin üslubu Nakkaş Hasan’ın üslubuna çok benzemektedir. Minyatürler yine Tâlikîzâde’nin kaleme aldığı ve Nakkaş Hasan’ın resimlediği Eğri Fetihnâmesi [TSMK H. 1609], Şehnâme-i Hümâyûn [TİEM 1965] ve Şemâilnâme-i Âl-i Osmân’da [TSMK A. 3592] yer alan minyatürler ile üslup açısından benzerdir. Firâsetnâme de Nakkaş Hasan ve tarihçi Tâlikîzâde işbirliği ile üretilmiş olmalıdır. Eserin son sayfasında yer alan III. Murad’ı işaret eden ithaf ve üslup benzerlikleri yazma eserin resimlerinin 1585 ve 1595 yılları arasında yapıldığını düşündürür. Bu makalede, resim-metin ilişkisinden hareketle Firâsetnâme minyatürlerinin ikonografik özellikleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Resimlerin konularına bakıldığında, firâset ilminin teorik boyutunu bir hikâye üzerin-den anlatan temaların özellikle seçildiği anlaşılmaktadır. Büyük İskender ve Filozof Aristoteles’in betimlendiği minyatürler sâdece Osmanlı sanatı değil, İslam resminde ikonografya açısından da ender örnekleri temsil etmektedir. Firâsetnâme’de yer alan tüm minyatürler Osmanlı resminde bu türe ait ikonografyanın orijinal ve nâdir örnekleridir.
  • Yayın
    İstanbul Merkez Efendi Külliyesi haziresi ve mezar taşları
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Sürün, Mustafa
    Denizli doğumlu olan Merkez Efendi 16. yüzyıl Osmanlısında mutasavvıf, âlim ve halk hekimi olarak şöhret bulmuştu. Halvetî-Sünbülî şeyhi olan Merkez Efendi, Sünbül Efendi’nin vefâtından sonra Koca Mustafa Paşa’da bulunan tekkede hocasının yerine yirmi üç yıl meşihatı sürdürmüştü. 959/1552 yılında vefatından sonra İstanbul sur dışına kendi adına yaptırmış olduğu tekkenin bahçesine defnedildi. Türbesi zamanla İstanbul’un en önemli ziyaretgâhlarından biri haline geldi. Tekke ve türbenin etrafında 18. yüzyılın ortalarından itibaren bir hazire oluşmaya başlamıştı. Gerek Osmanlı gerekse Cumhuriyet döneminde yapılan definlerle büyük bir tekke haziresi meydana geldi. Halvetî-Sünbülî şeyh, mürid ve muhibler ile birlik-te toplumun farklı meslek ve sınıflarına ait kişiler de buraya defnedildi. Günümüzde iki yüz yirmi dört mezarın bulunduğu büyük bir hazire meydana geldi. Mezarların hemen hemen yarısı Cumhuriyet dönemine ait olan Merkez Efendi haziresine üç asırdır defin yapılmaktadır. Bu çalışmada İstanbul Merkez Efendi Külliyesi Haziresi’nde bulunan mezar taşları ele alınacaktır.
  • Yayın
    Osmanlı kayıtlarında Mimar Sinan
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Mülayim, Selçuk
    Osmanlı literatüründe, ya da daha genel bir bakışla Orta Çağ’dan beri Anadolu-Türk kültür ortamında, sanatçıların yaşamlarına veya eserlerine dair kayıtlara nadiren rastlanır ve bu durum, çağdaşı Batı dünyasıyla kıyaslandığında çok farklılaşan bir görünüm arz eder. Türk mimarlık tarihinin en ünlü ustası olan Sinan özelinde konuyu derinleştirdiğimizde de tablo değişmemektedir. Doğu ve Batı dünyalarının sanata ve sanatçıya yönelik tutumlarını anlamlandırmak, kuşkusuz dönemsel düşünce dünyalarını çözümlemekle mümkündür. 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı metinlerinde bu konuya dair ancak yüzeysel bilgiler sunulduğunu görürüz; 20. yüzyıla doğru ve yüzyılın ilk yarısı boyunca, daha çok değinilen bir konu haline gelse de, hala birçok aydınlatıcı bilgiden yoksun bir literatürden bahsedebiliyoruz. Bu noktada, konunun geri plana itilmesinin sosyolojik koşullarla mı, yoksa kasıtlı bir ihmalle mi açıklanacağı sorusu gündeme gelmektedir. Dolayısıyla bu yazı, 16. yüzyıldan günümüze Sinan olgusuna yaklaşım tarzlarını gerekçeleriyle birlikte incelemektedir.
  • Yayın
    Türkiye’de Islâm sanatları tarihi yazımı
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Özbek, Yıldıray
    Türklerin kendi yarattıkları ve devraldıkları fiziksel çevreye karşı gerek koruma gerekse de ilmî veya edebî metinlerle var olan birikimi gelecek kuşaklara aktarma deneyimi açısından başarılı oldukları söylenemez. Bu iddianın Orta Çağ’dan günümüze dereceleri farklı da olsa, en azından İslâm sanatları yazımı bağlamında devam ettiğini söylemek mümkündür. Sözgelimi yaşadığı 13. yüzyıl Konya’sında, temel hafriyatından tamamlanışına kadar pek çok mimari eserin inşasından haberdar olduğunu varsaydığımız Mevlânâ’nın bırakalım bir şehir olarak Konya’yı, İnce Minareli Medrese’nin taç kapısından, Sahib Ata Camii’nin mihrabından, Alâeddin Camii’nin minberinden ve Karatay Medresesi’nin çini mozaik bezemeli kubbesinden bahsetmemesi oldukça şaşırtıcıdır. Benzer durum uzun Osmanlı dönemi için de geçerlidir. Gelibolulu Mustafa Âli’nin Menâkıb-ı Hünerverân’ı çeşitli kaynaklardan derlenmiş de olsa, hattatlar, musavvirler, nakkaşlar, müzehhipler ve mücellitler gibi daha çok kitap sanatı ustaları hakkında bilgi veren en erken tarihli üretimlerden biri olarak dikkat çeker. Neredeyse bir ömre sığan Seyahatnâmesinde Evliya Çelebi, zaman zaman mübalağaya düşse de dolaştığı coğrafyanın kentleri, idarecileri, efsaneleri, inanç ve folkloru hakkında verdiği bilgilerin yanı sıra, mimari eserlere yönelik anlatımlarında “tarz-ı kadim üzre bina edilmiştir” veya “bukalemun nakışlı minberi” tanımlamalarıyla birlikte eserler arasında kurduğu analojilerle de öne çıkmış bir şahsiyettir. Türkiye’de İslam Sanatları Tarihi’ne yönelik ilk çalışmalar genel bir İslam Sanatı perspektifinden daha ziyade, Türk ya da Osmanlı/Selçuklu sanatı bağlamında 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkmıştır. Montani Efendi’den Mimar Kemaleddin’e, Halil Edhem’den Celal Esat Arseven’e kadar pek çok müellifin İslam Sanatı; daha doğrusu İslam Mimarisi kavramına bakışları yukarıda bahsettiğim çerçevede şekillenmiştir. Bu çalışma bahsettiğim öncülerden sonra, bilhassa üniversitelerde Türk-İslam Sanatları, Sanat Tarihi veya Mimarlık Tarihi kürsülerinde konunun nasıl ele alındığı yönünde konu ve yazarlar ekseninde bir özet sunmayı hedeflemektedir.
  • Yayın
    Tercümelerden özgün eserlere Osmanlı coğrafyacılığının gelişimi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Danış, İlhami
    Coğrafi bilginin Osmanlı dünyasına girişi büyük ölçüde İslam coğrafyacılarının eserlerinin tercümeleri üzerinden olmuştur. Kozmoğrafik bilginin daha yoğunlukta olduğu bu eserler genellikle ‘ac?ibü’l-ma?l???t olarak adlandırılmıştır. Hz. Âdem’in yaratılışı, cin ve şeytanların tılsımları, nebâtat ve hayvanata dair acâibler, göklerdeki ve Güneş’teki acâibler, yeryüzündeki önemli denizler, nehirler, dağlar ve şehirler bu tarz eserlerin genel muhtevasını oluşturur. İbnü’l-Verdî, Tûsî ve Kazvînî’nin ac?ibü’l-ma?l???t tarzı eserlerinin daha çok tercih edildiği bu tercümeler arasında Ali b. Abdurrahman, Yazıcıoğlu Ahmed Bîcan, Sürûrî ve Rodosizâde gibi isimlerin tercümeleri en çok bilinenlerdir. Tıpkı sonraki dönemlerde olduğu gibi bu tercümelerin de padişahlara sunulması, Osmanlı idaresinin coğrafyaya ilk dönemlerden itibaren ilgi duymaya başladıklarını göstermektedir. 16. yüzyıla gelindiğinde fetihlerle beraber genişleyen imparatorluk sınırları, coğrafi bilgiye duyulan merakı da arttırmış ve çok sayıda özgün coğrafi eser kaleme alınmıştır. Mustafa b. Ali, Pîrî Reis, Seydi Ali Reis, Matrakçı Nasuh, Emir Mehmed Suudî ve Aşık Mehmed gibi Osmanlı bilginleri seyahatlerinden, kitabi bilgilerden veya her ikisinden yola çıkarak menzillerden şehirlere, denizlerden genel coğrafyaya ve yeni keşiflere dair birçok bilgiye eserlerinde yer vermiş ve ilgililerin istifadesine sunmuşlardır. Özellikle dönemin devlet ricali tarafından ilgiyle ve takdirle karşılanan bu eserler Osmanlı coğrafyacılığının gelişiminde önemli bir etkiye sahip olmuşlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun yıllar hükmettiği geniş coğrafyayı araştırmak için başvurulacak temel kaynaklar arasında yer alan bu coğrafya eserleri Osmanlı bilim tarihi açısından da bir rehber niteliğindedir. Bu çalışma kapsamında, Osmanlı coğrafyacılığının oluşumu ve gelişimi, ac?ibu’l-ma?l???t eserlerinin etkisi ve tercümeleri ile Osmanlı coğrafyacılığının ilk dönemindeki özgün eserleri bağlamında değerlendirilecektir.
  • Yayın
    Avrupa coğrafyacılığının Osmanlı dünyasına intikali: Tercüme eserler
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Üstüner, Ahmet
    Osmanlı Devleti’nde 15. yüzyılın sonlarına kadar İslam Medeniyeti’nin bir parçası ve devamı olarak geleneksel İslam coğrafyacılarının eserlerinin tercümeleri ve bu etkiyle kaleme alınan çalışmalar coğrafyacılığın genel karakterini oluşturur. Diğer taraftan aynı yüzyılda, Keşifler Çağı Avrupası diğer bilimlerde olduğu gibi coğrafya ve kartografya alanında da önemli gelişmelere sahne olmuştur. Söz konusu bu gelişmeler daha sonra hem Doğu hem de Batı medeniyetlerince kabul görerek yeni bir dönemin oluşmasına ortam hazırlamıştır. Avrupa’daki çalışmalarda yakalanan bu başarı, tercüme edilen eserler ve yeniden yorumlanan haritalar vasıtasıyla sonraki dönemde Osmanlı coğrafya ve harita çalışmalarına yön vermiştir. 16. yüzyıla damgasını vuran Osmanlı bilim adamlarından Kâtib Çelebi (1609-1657) ile başlayan yoğun tercüme faaliyetleri ile Osmanlılarda coğrafya ve harita algısı farklı bir boyut kazanmış ve sonrasında bu tarz üzere Avrupa’da basılan eser ve haritalar tedricen artarak Osmanlı bilim dünyasına nakledilmiştir. 16. yüzyıl itibariyle hız kazanmış olan bu tercüme faaliyetleri ile birlikte Klasik İslam Coğrafya algısının izlerini takip eden çalışmalar devletin sonlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Bu süreçte tercümelerle Avrupa’dan edinilen bilimsel bilgi, Osmanlı coğrafyacılarının sahip olduğu İslam ekolü birikimiyle yorumlanarak özgün bir karakter kazanmıştır. 17. yüzyıl sonrasında ise coğrafya ve kartografya sahasında, tercüme faaliyetleri ciddi bir boyuta ulaşırken telif eser yazımı geleneği etkisini kaybetmiştir. Çalışma bu bağlamda, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesine çıkışından 19. yüzyıl sonlarına kadar geçen süreçte Avrupa’dan çeviriler vasıtasıyla Osmanlı bilim dünyasına aktarılan coğrafya eserlerine ve Osmanlı coğrafyacılarının yorumlarına odaklanmaktadır. Bu doğrultuda Kâtib Çelebi, Hezarfen Hüseyin Efendi, Ebubekir Dımeşkî, İbrahim Müteferrika ve Bartınlı Hamdi gibi coğrafyacıların çeviri ve telif eser faaliyetleri üzerinden bir analize gidilerek Osmanlı coğrafyacılığına Avrupa eserlerinin etkisi incelenmektedir.
  • Yayın
    The formation of history as a discipline during early Islamic history
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Akhmetova, Elmira
    This essay highlights the importance of history as a discipline and a branch of knowledge in early Islamic intellectual life. It first underlines that Islam, as a creed and culture, is a history-conscious religion that was born among the Arabs, who inherited well-established methodologies of oral tradition and writing of genealogies from their history-loving ancestors, thus facilitating the formation of history as a branch of revealed knowledge (naqli) along with ‘ilm al-hadith and ‘ilm al-taf?sir as early as by the second century after the hijrah. The second part of the chapter discusses the importance of the sirah of the Prophet (pbuh) for early scholars in order to understand the Qur’?n and ??adiths as sources of the revealed knowledge. Consequently, independent schools of history emerged in Madinah, Yemen and Iraq in the way of writing the biography of the Prophet of Islam (PBUH) and fut?h??t narrations. The usage of isn?d system to examine the credibility of sources accelerated the development of history as a science with critical method from the early times of Islamic history. Lastly, the chapter highlights the further expansion of types of historical writings such as tar?jim, tabaq?t, rihlat, and methodology of writing history up to al-?ab?ri’s era.
  • Yayın
    Kuruluş devri Osmanlı tarihçiliğinde bir gelenek: “Tevârîh-i Âl-i Osmân” tarzı eserler
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Ak, Mahmut
    İslam Medeniyeti’nin bir parçası olarak Osmanlı Devleti’nde tarih yazıcılığı, devletin kuruluşundan yaklaşık bir buçuk asır sonra başlamıştır. İlk eserler, önceki devirlere ait oğuznâme, selçuknâme tarzının devamı olarak menâkıbnâme ve gazavâtnâme türünde destansı eserlerdir. Sonraki çalışmalara büyük ölçüde kaynaklık eden Yahşi Fakih’e ait Menâkıb-ı Âl-i Osmân adlı eser ilk Osmanlı tarihi kabul edilir. 15. yüzyılın ilk çeyreğinde Ahmedî tarafından kaleme alınan manzum İskendernâme’nin sonuna eklenen Dâsitân-ı Tevârîh-i Mülûk-ı Âl-i Osmân ise hâlâ varlığını koruyan ilk yazılı kaynak olarak bilinmektedir. 5. yüzyılın ilk yarısında çeşitlenmeye başlayan Osmanlı tarih yazıcılığında Sultan II. Murad devrinde ilk örnekleri görülen Tevârîh-i Âl-i Osmân tarzı eserler son derece önemlidir. Bu tür eserler muhtevasındaki özgün bilgilerle menkıbevi anlatımı, gazavâtnâme tarzı üslubuyla ve döneminde okuyucu bulmuş olması yönleriyle dikkat çekicidir. Kütüphanelerde onlarca nüshası bulunan Tevârîh-i Âl-i Osmân türü eserler, 18. yüzyıla kadar anonim pek çok farklı Osmanlı tarih yazıcılığının ortak ismi olarak kullanılagelmiştir. Manzum ve mensur farklı türleri bulunan Tevârîh-i Âl-i Osmân adlı çalışmalar Aşıkpaşazâde, Kemâlpaşazâde ve Lütfi Paşa gibi şahıslarla bü-tünleşmiş olmakla birlikte Kitâb-ı Cihânnümâ, Tâcü’t-Tevârîh gibi müstakil isme sahip eserleri ifade etmek için de kullanılmıştır. Gerek anonim gerekse müellifi belli olan Tevârîh-i Âl-i Osmânlar, Osmanlı tarih yazıcılığında önemli çalışmalar olarak sonraki pek çok esere kaynaklık etmiştir. Çalışmada bu bağlamda, kaleme alındığı 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren Tevârîh-i Âl-i Osmân tarzı eserler bilgi, içerik, üslup, özgünlük ve kaynak değeri açılarından incelenmektedir. Ayrıca bu eserlerin Osmanlı tarih yazıcılığında yeri ve önemi değerlendirilmekte ve bu alanda yapılan başlıca eserlere yer verilmektedir.
  • Yayın
    Hareketu’t-te’lif fi uluumi’l-kur’an ‘abre’l-kuruni’s-selaseti’l-‘ula : ‘ilmu’t-tefsir ve ba’du’l-‘ulumi’l-kur’aniyye Unmızecen
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Hamdan, Omar
    حين تتطلع فهارس التراث العربي والإسلامي، ابتداء بالفهرست للنديم (ت ۱۳۸۰ / ۹۹۰م) وانتهاء بتاريخ التراث العربي لفؤاد سزكين (ت 1439هـ/ 2018م)، يلاحظ فيها ذكر قليل وحضور يسير للتأليف والمصنفات من القرون الثلاثة الأولى للهجرة في شتى العلوم. هذا يسري أيضاً على العلوم الشرعية بأنواعها؛ ففي تاريخ المصاحف مثلاً لم يكتب البقاء للمصاحف العثمانية ولا حتى للمصحف الإمام. كذلك بواكير الكتب المؤلفة في مرسوم المصاحف التي أعتنت بمدارسة خصائص الرسم العثماني ومباحثة ظواهره؛ وهي في عداد الكتب المفقودة. هذه الحالة لا تختلف عن أحوال العلوم القرائية، مثل علم التجويد وعلم العدد وعلم القراءات وعلم الوقف والابتداء؛ فبواكير تواليفها التي ترجع إلى الربع الأخير من القرن الأول الهجري وما تبعها من سلسلة تواليف كثيفة خلال القرنين الثاني والثالث للهجرة، كما تشهد لذلك فهارس التراث، لم يسلم منها مع بالغ الأسف شيءٌ إلا في النادر. أما علم التفسير، فوضعه أحسن بكثير من أوضاع العلوم القرائية، إذ أوردت الفهارس التراثية مجموعة كبيرة من التفاسير المبكرة التي وصل إلينا بعض منها إما بصورة كاملة وإما بصورة ناقصة. من هنا يحاول هذا البحث أن يستعرض ما ألف في هذه العلوم أثناء هذه الحقبة المتقدمة هدف الوقوف على عمق أزمة التراث المبكر وحجم المفقود منه وكيفية السبيل إلى الإحاطة به بالتعويل على مصادر التراث المتأخر.
  • Yayın
    Osmanlı hekimliğinde sağlıklı yaşam için duygu durumunun gözetilmesi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Sarı, Nil
    Kişinin duygu durumu Osmanlı dönemi tıp metinlerinde “nefsin ha-reketi” (hareket-i nefsâniyye) başlığı altında anlatılır. Osmanlı Türkçesi ile yazılı klasik dönem tıp kitaplarında sağlıklı yaşam için zaruri görülen şartlardan biri de duygu durumunun düzenlenmesidir. Bu çalışmada konuyla ilgili bilgiler 15. ve 17. yüzyılda yazılan dört tıp kitabından yorumlanarak aktarılmıştır. Dönemin tıp felsefesi bağlamında nefsin hareketi doğrultusunda oluştuğu var sayılan öfke, korku, sevinç, kuruntu, utanma, keder, kaygı gibi başlıca duygu durumlarının bedende yol açtığı tepkiler ve davranışa yansımaları “nefsin belirtileri” (ârâz-ı nefsanî) olarak ifade edilir. “Nefsin hareketsizliği” (sükûn-i nefsânî) ise olumsuz yönüyle duygu eksikliği, olumlu yönüyle düşüncenin heyecanı sakinleştirmesi olarak tanımlanır. Hipokrat ve Galen’in tıp felsefesini ve İslam tıbbını izleyen batılılaşma öncesi Osmanlı dönemi hekimleri, duygu ve düşüncenin bedene etkisinin farkındadır. Sağlığa zararlı bulunan aşırı duygulanmanın önlenmesi ve heyecanın bedene zararının giderilmesi için çeşitli tedbirler öngörülür. Duygu durumunu dengeye getirme amacıyla, ilaçla tedavinin yanı sıra davranış tedavisi, uğraş tedavisi gibi çeşitli destek tedavileri tavsiye edilir. Dostlarla birlikteliğin, sohbetin ve müzikle tedavinin yararı üstünde durulur. Fazla heyecanın önüne geçmenin bir yolu da erdemli bir kişiliğin geliştirilmesidir. Bu araştırmada ayrıca, konuyu ve özel kavramları aydınlatma amacıyla, günümüz tıp bilgisi çerçevesinde metinleri yorumlamaya yönelik çalışma da yapılmıştır.
  • Yayın
    Bir dil bilimi olarak vaz‘ ilmi ve tarihsel gelişimi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Özdemir, İbrahim
    Müslüman âlimler şer‘î nasların/ilahî hitabın doğru anlaşılması ve yorumlanması için temelde iki tür bilim inşa etmişlerdir. Bunlardan biri, şer‘î nasların dilini oluşturan Arapçayı farklı yönlerden ele alan, el-ulûmü’l-âliye, el-ulûmü’l-Arabiyye gibi isimlerle anılan ve dinî ilimler için zemin teşkil eden dil bilimleridir. Diğeri de doğrudan şer‘î nasları konu edinen, el-ulûmu’l-‘âliye, el-ulûmü’l-İslâmiyye, el-ulûmü’d-diniyye gibi adlarla anılan ve bu nasları farklı amaçlarla inceleyen fıkıh usûlü, fıkıh, kelam, tefsir, hadis, tasavvuf vb. din bilimleridir. İslâm medeniyetine mensup âlimler tarafından tedvin edilen dil bilimlerinden biri de burada üzerinde duracağımız vaz‘ ilmidir. Bu ilim şer‘î nasların dilini oluşturan Arapça lafızları, vaz‘ (lafızlara anlam yükleme) açısından konu edinip bunların kim tarafından ne tür anlamlar için ve hangi yöntemlerle vaz‘ edildiğini incelemektedir. Vaz‘ ilmi Arapça lafızları birtakım kapsamlı kategorilere (masdar, zamir, harf, müştak, fiil...) ayırarak her bir kategorinin ne tür bir anlam ifade etmek için konulduğunu kural ve örnekleriyle birlikte beyân etmektedir. Bu ilim Arapça lafızları konu edinen tüm dil ve din bilimlerinin zeminini oluşturduğu gibi Arap dilinin bir özeti olup bütün dinî ve lisânî ilimlerin talim edilmesinin ilk adımını da oluşturmaktadır. Her ilimde olduğu gibi vaz‘ ilmi de tarihî süreç içerisinde bazı aşamalardan geçmiş ve birçok Müslüman âlimin katkısıyla tekâmül ederek günümüze gelmiştir. Bu çalışmada ana hatlarıyla vaz‘ ilmi, bu ilmin tarihsel gelişimi ve literatürü üzerinde durulacak ve nihayetinde de bu ilmin mahiyetine yönelik tartışmalara yer verilecektir. Nitekim vaz‘ ilmi başta fıkıh usûlü olmak üzere nahiv, belagat, beyân ve mantık gibi birçok ilimle yakından irtibatlıdır. Yer verilen konular ele alınırken vaz‘ ilmine ilişkin klasik ve modern çalışmalara müracaat edilecek ve çalışmanın tarihsel gelişimi kronolojik sıralamaya uygun olarak işlenecektir.
  • Yayın
    Tarihsel ve teorik açıdan adalet dairesinin uzun formu
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Kömbe, İlker
    Bu çalışmada, Orta Çağ İslâm siyaset düşüncesini oluşturan siyaset türünde kaleme alınmış olan kitapların hem muhtevaları hem de bölüm başlıkları açısından en temel, en önemli ve en merkezi kavramı olan adalet dairesi, yalnızca uzun formu dikkate alınmak koşuluyla, başlangıcından Osmanlı dönemine ait 16. yüzyılın sonuna kadarki dönemle sınırlı kalacak biçimde, söz konusu olan kavramın tarihsel süreci ve teorik arka planı veya ilkeleri olmak üzere, iki bakımdan, ele alınarak incelenmeye ve değerlendirilmeye gayret edilecektir. Tarihsel süreci açısından bakıldığında, birinci olarak, adalet dairesinin uzun formunun yer aldığı ilk kaynak ve uzun formun Orta Çağ İslâm siyaset düşüncesine ne şekilde ya da hangi yolla geçtiği tespit edilmeye ve bu tespitin ne anlama geldiği, bir başka ifadeyle, bu tespitten çıkan sonuç gösterilmeye çalışılacaktır. İkinci olarak, Orta Çağ İslâm siyaset düşüncesinin altında yer alan çeşitli siyaset türlerinde adalet daire-sinin uzun formuna yer veren kaynaklar, bu kaynakların yazıldıkları devletler ve coğrafyalar ile uzun formun nispet edildiği şahıslar ve temel unsurları ifade edilecektir. Kavramın teorik arka planı veya dayanağı olan ilkeler açı-sından bakıldığında ise, birinci olarak, merkezî bir siyaset düşüncesi kavra-mı olan adalet dairesinin uzun formunun ilkeleri temellendirilmeye ve bu ilkelerin, Yeni Platoncu felsefe çerçevesinde kabul edilebilecek olan Meşşaî felsefenin klâsik bilişsel yahut rasyonel psikolojiye karşılık gelen nefs teori-si, ahlâk felsefesi, doğa felsefesi, evren ve kozmoloji anlayışı ile metafizikten nasıl kaynaklandığı gösterilmeye çalışılacaktır. Son olarak ise, adalet daire-sinin uzun formunun, ilişkili olduğu devlet ve toplum düzeni ve yapısı ile bu devlet ve toplum yapısı ve düzeni içindeki önemi, anlamı ve işlevi analiz edilecektir.
  • Yayın
    Ibn Rushd’s inquiry into truth
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Omar, Majeda
    Abu’l-Wal?d Mu?ammad ibn A?mad ibn Mu?ammad ibn Rus?h?d (Averroes) (ca. 1126-98 CE) has been held as one of the greatest Islamic thinkers, jurists and scientists of the twelfth century. He was an accomplished commentator on Plato and Aristotle, a physician, a practicing judge, a jurist, a princely advisor, and spokesman for theoretical and practical problems of his time. Averroes, the philosopher, was devoted to expounding and defending Aristotle’s natural philosophy, psychology and metaphysics. He worked diligently on their reconciliation with the doctrines of Islam. According to Averroes, philosophers are the guardians of reason, which is founded on proofs or certainty. They must be distinguished from those who use reason only as a dialectical tool or from the general public who use reason in a rhetorical way. This paper examines Averroes’s account of the harmonious relationship between philosophy and religion. It focuses on two interpretations of Averroes’s understanding of the relationship between philosophical and scriptural discourse, as it relates to his genuine treatment of the concept of ‘truth’, i.e., Richard C. Taylor’s interpretation in terms of the unity of truth, on the one hand, and Oliver Leaman’s interpretation, which accentuates the perspectival aspect in Averroes’s understanding of the relationship between philosophical and scriptural discourse in the Decisive Treatise, on the other. It is argued that Ibn Rus?h?d was able to embrace two apparently opposing positions. He believed in one truth that people can reach in two different ways: religious and philosophical. Hence, the harmony between reli-gion and philosophy is achieved.
  • Yayın
    İslam meşşâî felsefe geleneğinde metodik ilkeler ve değeri
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Sözen, Kemal
    Metot ile gerçek bilginin elde edilmesi arasında mutlak bir ilişki vardır. Dolayısıyla gerçek bilgiyi keşfetmek ve bu konuda istenilen neticeye ulaşmak, metot ile ilgili bazı ilkelerin varlığını zorunlu kılar. Bu sebepledir ki her filozof düşüncesini sistematik bir tarzda inşa ederken belli başlı metodik ilkeler çerçevesinde hareket eder. Benzer şekilde, İslam Meşşâî felsefe geleneğine mensup Kindî, Fârâbî, İbn Sînâ ve İbn Rüşd gibi düşünürler de metot ile ilgili bazı ilkeleri esas almışlardır. Felsefî düşünce sistemlerini ise benimsedikleri ilkelere bağlı kalmak suretiyle inşa etmişlerdir. Bu çalışmada öncelikle metot kavramı ele alınıp, metodun bilgi edinme sürecindeki önemi üzerinde durulacaktır. İsimleri zikredilen Meşşâî filozofların gerçek bilgiye ulaşmak için hangi ilkeleri esas aldıkları incelenecektir. Onların benimsemiş oldukları söz konusu ilkelerin günümüz açısından ifade ettiği anlam ve öneme işaret edilecektir.
  • Yayın
    Osmanlı’da usûl-i fıkıh geleneği üzerine izlenimler
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Çelik, İmam Rabbani
    Osmanlı’da usûl-i fıkıh geleneği, İslâm düşüncesinin klasik sonrası dönemine tekabül eder. Bu dönemde Hanefî kimlikle öne çıkan Osmanlı ilim çevresinin temel kaynakları şüphesiz Hanefî-fukahâ geleneği idi. Pezdevî’nin (öl. 482/1089) Us??l’ü Osmanlı usûlcüleri için klasik dönemi temsil eden eser olurken, klasik sonrası dönemsden Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin (öl. 710/1330) Men?r metni ile İbn Melek (öl. 821/1418’den sonra) şerhi, Abdülaziz el-Buhârî’nin (öl. 730/1330) Pezdevî’nin Us??l’üne yazdığı (öl. 730/1330) Keşfü’l-esr?r şerhi, Sadrüşşerîa’nın (öl. 747/1346) Ten???’i ve Tav?i? şerhi Osmanlı usûlcülerinin temel kaynakları olmuş-tur. Bu eserlerden özellikle Tav?i? ile Teftâzânî’nin (öl. 792/1390) yazdığı Telvi? hâşiyesi Osmanlı usûl geleneğini önemli ölçüde belirlemiştir. Tav?i? ve Telvi?’in Osmanlı ilim çevresinde nispeten fazla ilgi görmesinin sebebi klasik birikimi felsefe-mantık dili üzerinden ifade etmiş olmasıdır. Osmanlı’da usûl mesaisinin diğer önemli kaynağı ise mütekellim usûl gele-neğidir. Bu geleneğin klasik sonrası dönem otoritelerinden İbnü’l-Hâcib’in (öl. 646/1249) Muht?asar’ı, Adudüddîn el-Îcî’nin (öl. 756/1355) yazdığı şerh ile Cürcânî’nin (öl. 816/1413) söz konusu şerhe yazdığı hâşiye Osmanlı ilim geleneği için en önde gelen kaynaklar olmuştur. Cürcânî’nin bu hâşiyesi ile Teftâzânî’nin Telvîh?’i Osmanlı’da en çok hâşiyeye konu olan iki usûl eseridir ve bu eserler farklı yüzyıllarda Osmanlı medreselerinin müfre-datında yer almıştır. Osmanlı usûl geleneğinde kaleme alınan metinlere gelince, Molla Fenârî’nin (öl. 834/1431) Füs?lü’l-Bed?i‘i ile Kirmastî’nin (öl. 900/1494) Zübdetü’l-vüs?l’ünün konu tertibi ve içerdiği pek çok konu ile İbnü’l-Hâcib’in eserine yaklaştığı görülür. Molla Hüsrev’in (öl. 885/1480) Mir’?t’ı ile Ebû Saîd Hadimî’nin (öl. 1176/1762) Mec?mi‘u’l-h?ak?ik’i ise Hanefî-fukahâ geleneğine daha sadık bir görüntü çizer. Bununla birlikte her iki çizgide de felsefe-mantık dili hâkimdir. Bu çalışmanın amacı, usûl-i fıkıh alanındaki ilmî mesaiden hareketle, üretilen metinlerin “memzûc” geleneğin devamı olup olmadığı, usûlde hâşiye yazımının ne anlama geldiği ve Osmanlı usûl düşünce-sinin orijinal olup olmadığı hakkında bazı sorgulamalar yapmaktır.
  • Yayın
    Doğu irfânının Amerika’daki izdüşümleri: New England transandalistleri ve tasavvufî şiir
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Koltaş, Nurullah
    İslam’ın Batıdaki serüveni, ilmî ve kültürel açılardan dikkat çekici bir seyir izlemiştir. Bu bağlamda, İslam’ın bâtınî yönünü temsil eden tasavvufî irfân ve ortaya koymuş olduğu muazzam edebî ürünler, Avrupalı ve Amerikalı edebiyat çevrelerinde hatırı sayılır bir etki alanı oluşturmuştur. Sanayi Devrimi’yle birlikte Batı dünyasını sarmalayan maddî ve manevî bunalımdan bir çıkış yolu olarak tasavvur edilen Doğu irfânı, kimi çevreler-de ihtiyaç duyulan manevî aydınlanmayı gerçekleştirecek imkânlara sahip-tir. Diğer pek çok tercümeye ilaveten Purgstall’ın Hâfız’dan ve Rückert’in Mevlânâ’dan yapmış oldukları tercümeler, Goethe’nin Doğu-Batı Divanı’na il-ham olur (Schimmel, 1993) ve Batı’da tasavvufî düşünceye ilişkin bir farkın-dalık oluşmasında önemli bir rol üstlenirler. Söz konusu tercümeler, başlan-gıçta edebî bir zevkten yoksun olup literal bir tarzda yapılmış olsalar da kısa sürede Batılı okuyucu nezdinde karşılık bulmuş ve yalnızca Avrupa’da değil Amerika’daki akademik çevreler ve edebiyatçılar arasında da Hâfız, Mevlâna, Hallâc gibi sûfî şahsiyetlere yönelik bir ilgiyi harekete geçirmişlerdir. Bununla birlikte, bahsi geçen ilginin “egzotik Doğu” algısından kaynaklandığı ve aslî anlamda tasavvufî bir yönelim taşımadığı yönünde iddialar da yok değildir. Bununla bağlantılı olarak, Amerika’da ortaya çıkan yeni dinî hareketlerin aslî anlamda bir tasavvuftan ziyade Amerika’ya özgü unsurlarla birleşik yeni bir mistik hayat tarzı arayışında olduklarını düşünenler de bulunmaktadır. 1850’lerde akademik değişim programları aracılığıyla karşılaştırmalı İncil çalışmaları için Harvard İlahiyat Fakültesi’nden Almanya’ya gelen bir grup öğrenci, Hâfız ve Mevlânâ’dan yapılan bu tercümeleri kendi ülkelerine taşıyarak New England civarında Transandantalizm Akımı'nı tesis etmişlerdir. Böylece Transandantalizm bünyesinde işlemiş oldukları tasavvufî bazı kavram ve düşüncelerin başta Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau, Walt Whitman gibi şair ve yazarların eserlerinde bir karşılık bulmasının zeminini oluşturmuşlardır. Bu çalışmada odaklanılacak husus, tasavvufun Avrupa ve Amerika’da-ki seyri bağlamında New England Transandantalistleri ve onlardan etki-lenen bazı yazar ve şairlerin ürünlerinde tasavvufî unsurların ne derecede yansıma bulduğudur.
  • Yayın
    Im?m al-G?h?az?l? and the discipline of tasawwuf
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2021) Güneş, Merdan
    This essay gives a brief overview about G?h?az?l?’s main works and principal opinions in the field of ta?awwuf. In order to provide a better under-standing of his approach, special attention is devoted to its different elements, thereby focussing mainly on his ontological, epistemological and anthropological views in this context. It is important to emphasize that G?h?az?l? systematically places the ?ashq concept within the discipline of ta?awwuf and Islamic thought. This love, in turn, takes place within the framework of sayr al-sul?k which describes the journey towards God, encompassing different stages and dimensions. Also, his impact on the Islamic world as well as his present-day importance are presented.