Koronavirüs Döneminde Güncel Hukuki Meseleler Sempozyumu Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 18 / 18
  • Yayın
    Kamu hukuku ilkelerinin olası dönüşümü: Yeni normal’de hukuk
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Aküzüm, Ural; Dengiz, Alinur
    Pandemiyle birlikte Yeni Normal düzenine girdiğimiz bugünlerde yalnızca sosyal hayat değil ekonomik anlayışlar ve siyasi sistemler de değişecektir. Yeni dönemin gerektirdiği yönlerde değişim gerçekleşmezse ülkelerin büyük ekonomik ve sosyal çalkantılarla karşılaşması olasıdır. Bireyin piyasaya karşı korunduğu anayasalar düzenlenirken ayrıca bireyin hakları, özgürlükleri ve mahremiyeti de koruma altına alınmalıdır. Zira bireyler devlet tarafından, pandemi sebebiyle bile olsa bugüne kadar hiç görülmeyen bir boyutta izlenmektedir. Bu durumun devamı ve devletlerin bireysel kaygıları istismar ederek sağlığı bahane etmesi ise bildiğimiz özgürlükçü ve açık dünyanın sonu anlamında gelecektir. Küreselleşme hareketi de bu süreçten etkilenmektedir, küreselleşme sona ermemiş olsa bile artık bu akım genel geçer bir kabul görmemektedir. Bunun başlıca sebebi ise küreselleşmenin devlet müdahalesine soğuk bakması, mümkün olduğunca az düzenleme ile küresel sermayenin hareket etmesini hedeflemesi ancak günümüz koşullarında bireylerin ekonomik krizden korunabilmesi için bunların aksi yönünde gelişmelere ihtiyaç duymasıdır.
  • Yayın
    Pandemi tedbirleri kapsamında “kamuda esnek çalışma” üzerine bir değerlendirme
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Buğdaycı Çebi, Melike Özge
    Klasik çalışma sistemlerinden ayrı ve bağımsız çalışma modeli olarak tanımlanabilen esnek çalışma, dünyayı etkisi altına alan Covid-19 pandemisi ile, devletlerin almış olduğu tedbirler kapsamında önemli bir yer işgal etmiştir. Türkiye’de de pandemi tedbirleri kapsamında kamu personelinin çalışma esaslarında acil bir düzenleme yapılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Konunun aciliyeti ve önemi nedeni ile ülkemizde kamu personelinin çalışma yöntemlerinde ve saatlerinde esnekliğe gidilmesi gündeme gelmiş ve 22 Mart 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 2020/4 sayılı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile kamu kurumlarında esnek çalışmaya ilişkin düzenlemeler getirilmiştir. Anayasa’nın 128/2 hükmü uyarınca kamu personel hukukumuz bakımından aslolan kanunilik ilkesidir. Bu anlamda Türk kamu personeli bakımından çalışma usul ve esaslarının kanunla düzenlenmesi gerekir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da, devlet memurlarının çalışma süreleri bakımından belirlilik ilkesinden hareket etmiş; ancak esnek çalışma için de 100. maddesinin üçüncü fıkrasında açık kapı bırakmıştır. Bu maddeyi dayanak alarak çıkarılan 2020/4 sayılı Genelge ile getirilen esnek çalışma, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na uygun olacak şekilde kamu personel rejimi bakımından bir esnekliği değil, yalnızca çalışma süre ve mekanları bakımından bir esnekliği uygulamaya koymaktadır. Buna göre uzaktan çalışma, dönüşümlü çalışma gibi esnek çalışma yöntemlerinin uygulanacağı ifade edilmiştir. 2020/4 sayılı Genelge’nin akabinde pek çok kurum ve kuruluş kendi bünyesinde esnek çalışma uygulamalarını başlatmış, devlet memuru sayılmayan kamu personeli bakımından da esnek çalışma yöntemleri kabul edilmiştir. Ancak sonraki bir tarihte Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan 2020/8 sayılı Genelge ile, normalleşme süreci kapsamında kamuda esnek çalışma yöntemlerine son verilmiştir. Türk kamu personel hukuku bakımından, mevcut yasal düzenlemeler kapsamında istisnai bir uygulama olarak nitelendirilmesi gereken esnek çalışma yöntemleri, Covid-19 pandemisi akabinde değişen ve çeşitlenen kamu hizmet sunumu yöntemlerine uygun olarak uzun vadede istisnai bir uygulama olmaktan çıkabilir. Ayrıca küresel ölçekte salgının etkilerinin uzama ihtimali de göz önünde bulundurulduğunda, Türkiye’de ilk kez pandemi sürecinde geniş uygulama alanı bulan kamuda esnek çalışma yöntemlerinin olağanlaşması söz konusu olabilir. Ancak, kamu kurum ve kuruluşlarının esnek çalışma yöntemleri konusunda yeterli tecrübesinin bulunmaması, kamu hizmetlerine hakim olan süreklilik ve düzenlilik ilkeleri, hangi kamu hizmetlerin esnek çalışmaya uygun olup olmadığı konusunda net bir belirleme yapmanın güçlüğü, kamu personelinin denetiminde yaşanan güçlükler gibi pek çok nedenle ve en önemlisi de kamu personel hukukuna egemen olan kanunilik ilkesi kapsamında esnek çalışma yöntemlerinin uzun vadede yasal bir zemine kavuşturulması gerekmektedir.
  • Yayın
    7242 Sayılı Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanunun genel değerlendirilmesi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Alan Akcan, Esra
    Nefaz (nüfuz) kökünden türeyen infaz kelimesi, yerine getirme, uygulama, bir hükmün gereğini yerine getirme anlamlarında kullanılmaktadır. İnfaz hukuku ise, ceza mahkemeleri tarafından verilen mahkumiyet kararlarından hapis, adli para cezası veya güvenlik tedbirlerinin nasıl yerine getirileceğini veya nasıl infaz edileceğini gösteren hukuk dalıdır. İnfaz kanunları infaza ilişkin temel nitelikleri ortaya koymaktadır. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gibi, kanunsuz infaz da olmaz. İnfaz yapılırken hükümlüler arasında ayrımcılığa sebebiyet verecek davranışlardan kaçınarak, insan haklarına, insan onuruna saygılı, eşit, adil, hakkaniyete uygun davranılmalıdır. Burada en önemli amacın hükümlünün topluma yeniden kazandırılması olduğu göz ardı edilmemelidir. 15 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun, 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun başta olmak üzere, TCK, CMK, İnfaz Hakimliği Kanunu gibi kanunların da içinde olduğu toplam on bir kanunda değişiklik öngörmektedir. 7242 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte meşruiyetine yönelik tartışmalar da gündeme gelmiştir. Bu kanunun çıkma sebebi, Covid-19 olarak adlandırılan korona virüs sebebiyle cezaevlerindeki mahkum ve tutukluları korumak mı, mevcut cezaevlerinin kapasitelerinin üstündeki hükümlü ve tutuklu sayısındaki yığılmayı azaltmak mı, yoksa cezaların sürelerini kısaltmak mı hedeflenmektedir? Öncelikli olarak cezaevinde kalan hükümlü ve tutukluların bu virüs salgınından zarar görmemesinin amaçlandığını belirtebiliriz ancak tutukluların durumundan hiç söz edilmemesi bu sonuca varılmasını güçleştirmektedir. Yine normal cezaevi standartının üstündeki yoğunluktan dolayı iyileştirme yapılması ihtiyacı olduğu da açıktır. Cezaevlerindeki yoğunluğun sebepleri arasında koşullu salıverme oranı ilk akla gelendir. Zira 1 Haziran 2005’ten önceki İnfaz Yasası olan 647 sayılı Yasa uyarınca; hükümlüler 1/2 koşullu salıverme ve ayda 6 gün indiriminden yararlandırılarak cezalarının %40’ı infaz edilmekte idi. 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren 5275 sayılı CGTİHK ile 2/3 oranı getirilmiş ve bununla birlikte artık hükümlülerin cezalarının %66’nı cezaevlerinde geçirme durumu ortaya çıkmıştır. Yine mükerrirler açısından 3/4 oranı getirilmiştir. Buna göre hükümlü mükerrir ise, mükerrirler hakkında hükmedilen cezaların %75’inin infaz edilmesi gerekmekteydi ve bu da mükerrirlerin yarattığı bir yoğunluğa sebep olmakta idi. Bu bağlamda 7242 Sayılı Kanun’a baktığımızda; Şartla salıverme oranlarında değişiklik yapıldığını görmekteyiz. İstisnai suçlar ayrı tutulmak üzere, 2/3 oranı yine 1/2’ye indirilmiştir. Buna göre, yukarda belirttiğimiz 5275 sayılı yasaya göre, %66 oranını cezaevinde geçirmesi gereken hükümlüler için bu oran tekrar %50’ye inmiş olmaktadır. Yine, 1 yıl denetimli serbestlik süresi getirilmiştir. 1 yıllık denetimli serbestlik süresi gereğince de; örneğin, 10 yıl hapis cezası olan bir hükümlü eğer istisna suçlardan değilse; 1/2 koşullu salıverme uygulanarak cezasının yarısı indirilecektir. Buna göre 5 yıl hapis cezası söz konusu olacaktır. 1 yıl denetimli serbestlikten yararlandığında da 4 yıl cezası kalacaktır. Yani bu durumda %66 olan oran tekrar %40 olmuştur. Mükerrir ve örgütlü suçlar açısından cezalarının %75’i infaz edilmekte iken, yeni 7242 sayılı Yasa ile artık 2/3 oranına indirilmiştir. Yani 3/4 oranından, 2/3 oranına geri indirilmiştir. İstisna suçlarda değişiklik yapılmamıştır. İstisna suçlardan olan örneğin, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında bir suç işlenmişse, önceki oran olan 3/4 oranı aynen devam edecektir. Yine, uyuşturucu ticareti suçu (TCK m. 188) bakımından oranlarda herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Suçlar arasında bu kadar farklı oranlara gidilmesi ve bu kadar çok istisnaya yer verilmesi eleştiriye açık bir durum yaratmaktadır. Tüm suçlar için tek oran belirlenmeli veya belki bir iki istisna ile sınırlı tutulmalıydı. Bu haliyle uygulanması çok zor bir kanun halini almıştır. Yine Taslak metnin TBMM’ye giden halinde denetimli serbestlikte ceza miktarına göre oransal bir sisteme geçiliyordu. Bu yeni sistemde herkesin bir miktar içerde kalması sağlanarak cezasızlık algısı giderilmiş olacaktı. Bundan neden vazgeçildiğini anlamak mümkün değildir. Diyebiliriz ki, infaz hukukuna ilişkin ilkeler ışığında, eşitlik ilkesine uygun bir düzenleme meşruiyet tartışmalarını ortadan kaldıracak nitelikte olacaktır.
  • Yayın
    Koronavirüs salgınıyla mücadelede başvurulan bazı teknolojik tedbirlerin kişisel verilerin korunması hukuku açısından değerlendirilmesi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Tevetoğlu, Mete
    Koronavirus salgınının, tüm Dünya’da oldukça hızlı bir şekilde yayılması ve hiç beklenmedik bir şekilde insanlık tarihine geçerek, ölümcül bir mücbir sebep haline dönüşmesi üzerine; insanlık, bu salgınla ulusal ve küresel düzeyde amansız bir mücadeleye girişmiştir. Halihazırda devam eden bu mücadele ve süreçte, en çok merak uyandıran ve tartışılan başlıkların başında; virüsün nasıl ortaya çıktığı, hastalığa karşı aşının veya ilacın ne zaman ve nasıl geliştirilerek insanlığın hizmetine sunulacağı konuları yer alsa da; bunlara dair üzerinde mutabık kalınan bir görüşe veya somut bir sonuca henüz varılabilmiş değildir. Kaldı ki, eldeki veriler ve uzmanlar tarafından yapılan açıklamalar; salgının kaynağının neresi olduğu, aşı ve ilacın ne zaman geliştirileceği tartışmalarını, tıpkı salgın gibi, kısa bir sure içinde neticelenmeyeceğine işaret etmektedir. Bu durumun etkisiyle, salgınla mücadelenin henüz öngörülemeyen bir sure boyunca devam edeceği, bu mücadele döneminde mevcut olan ve ileride geliştirilmesi beklenen teknolojik olanak ve tedbirlerin on plana çıkacağı ve hayati önem arz edeceği anlaşılmaktadır. Açıklanan sebeplerle, salgınla mücadelede, vakaların tespiti, bunların takibi ve bu suretle salgının yayılmasının önlenmesi öncelik arz etmektedir. Salgının yayılmasını engellemek ve etkilerini hafifletmek amacıyla kamu kurum ve kuruluşları başta olmak üzere -bunlarla sınırlı olmaksızın- üçüncü kişilerce kişisel verilerin ve özel nitelikli kişisel verilerin işlenmesi zaruri bir hal almaktadır. Kişisel verilerin işlenmesi için pek çok teknolojik tedbir ve uygulamaya başvurulmaktadır. Bunların arasında on plana çıkanlar; bireylerin konum verilerinin tespit ve takip edilmesinde kullanılan yazılım ve cihazlar, termal kameralarla bireylerin vücut ısılarının tespit edilmesi, kamusal alanda maske takmayanların saptanmasında kullanılan sabit veya drone’lara monte edilen kameralarla gezici şekilde kullanılan yüz tanıma sistemleri, kişilerin seyahat kayıtlarına göre harita üzerinde risk seviyelerinin anlaşılması için farklı renklerle işaretlenmesini sağlayan algoritmalardan oluşmaktadır. Bu sayılan araç ve uygulamaların tamamı, ilgili kişinin kişisel verilerinin işlenmesi vasfında işlemler olup, kişisel verilerin korunması hukukunu ilgilendirmektedir. Bu sürecte de veri sorumluları ve veri işleyenlerin, ilgili kişilerin kişisel verilerinin güvenliğini sağlamaları yasal bir gerektir. Bu nedenle, kişisel verilerin hukuka uygun olarak işlenmesi ve bu konuda alınan herhangi bir önlemin hukukun genel ilkelerine uygun olması, bu çerçevede kişilerin temel hak ve özgürlükleri acısından geri döndürülemez zararların ortaya çıkmaması önem kazanmaktadır. Bu amaçla, salgına karşı kullanılan teknolojik araçların ve bunların uygulamalarının kişisel veri işleme faaliyetlerinde gerekli, amaçla bağlantılı, sınırlı ve ölçülü olması gerektiği gözden kaçırılmamalıdır. Bu noktada, yukarıda sayılan teknolojik araç ve uygulamaların özelliklerine göre, kişisel verilerin korunması hukukunun temel ilkeleriyle uyumlu olup olmadığı, kanuna uygun olup olmadığı, aydınlatma yükümlülüğünün şeffaflık sağlayacak şekilde sağlanıp sağlanmadığı, veri gizliliğine elverişliliği, veri işleme faaliyetlerinde amaç doğrultusunda ve bununla sınırlı işleme suretiyle veri minimizasyonunun sağlanıp sağlanmadığı konuları önem arz etmektedir. İşte bu sebeple, salgınla mücadelede kullanılan ve inceleme konumuzu oluşturan, yukarıda sayılan teknolojik araç ve tedbirlerin, salgınla mücadele bakımından izah ve işaret edilen önemlerine karşın, bunların nitelikleri ve kullanılma şekilleri itibarıyla özellikle kişisel verilerin korunması hususunda hukuken tartışılması ve ele alınmasına gerek duyulmaktadır. Bu Tebliğ’de amacımız, Koronavirus salgınında kullanılan, özelikle yukarıda saydığımız ve on plana çıkan teknolojik uygulamaların, kişisel verilerin korunması hukukunun temel ilkelerinin karşısındaki hukuki durumunun incelenmesi; bu suretle hem Koronavirus salgını özelinde hem de gelecekteki benzer durumlar için, mer’i hukuk ve olması gereken hukuka dair analiz ve önerilerde bulunulmasıdır.
  • Yayın
    Koronavirüs sebebiyle yaygınlaşan online alışverişlerde kabul edilen elektronik sözleşmelerin tüketicinin korunmasına etkileri
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Arslan, Merve
    Elektronik iletişim araçları kullanılarak elektronik ortamda kurulan elektronik sözleşmelerin en yaygını internet üzerinden web siteleri aracılığıyla kurulan sözleşmelerdir. Bu sözleşmeler kural olarak hazır olmayanlar arası, katılmalı ve mesafeli sözleşme özelliği gösterirler. Katılmalı sözleşmelerin taraflara müzakere imkanı sunmaması sebebiyle Tüketici Hukuku kapsamında haksız şartlar meydana gelmekte ve sözleşme kesin hükümsüzlük yaptırımına tabi tutularak tüketici korunmaktadır. Yine sözleşmelerin mesafeli sözleşme niteliğinde olması ve mesafeli sözleşmeler bakımından hukukumuzda tüketiciyi koruyucu hükümlere yer verilmesi sayesinde korunma sağlanmaktadır. Mesafeli sözleşmeler bakımından tüketicinin korunması özellikle satıcı/sağlayıcının tüketiciyi bilgilendirme yükümlülüğü ve tüketicinin cayma hakkına sahip olması yoluyla sağlanmaktadır.
  • Yayın
    Vakıf medeniyetimizde Darüşşifalar
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Akman, Ahmet
    Günümüzde yaşanan virüs salgınına İslam ve Türk hukuk tarihi perspektifinden baktığımızda Darüşşifaların önemli fonksiyonlar icra ettiğini görürüz. İslam tarihinde konunun Hz. Peygamber’den itibaren özellikle salgın boyutundaki vak’alara ilişkin bugüne de ışık tutabilecek ölçüde bulaş tehlikesine karşı tedbirler alınmıştır. Bu tedbirlere Hz. Peygamber sonrası dönemde de riayet edildiğini görüyoruz. Hz. Ömer’e Şam’da veba çıktığı haberi verilince vebanın olduğu yere gitmemiş, kendisine, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” sorusuna Allah’ın kaderinden yine O’nun kaderine sığındığını cevabını vermiştir. (Buhârî, ?ıb 30; Müslim, Selâm 98-100) Salgın olan yere yaklaşmamak ve salgın olan yeri terketmemek, bu tedbirler arasında bugün de benzer şekilde görülen sosyal mesafe ve karantina altında kalmak tedbirlerine oldukça benzer yönleri bulunmaktadır. 749 (1348) yılında geniş bir coğrafyaya yayılan tâun sırasında Şam şehri ve yakınlarında günde 300’den fazla insanın öldüğünü, sadece Emeviyye Camii’nde bir vakitte on beş kişinin cenaze namazının kılındığını kayıtlarda geçmektedir. Osmanlı döneminde salgın bulunan yeri terk konusunda hukukçuların eserlerinde çeşitli tartışmalara rastlanır. 16. Yüzyıldan sonra bulaşıcı hastalık olan bölgeden havası daha temiz bölgelere intikalin cevazıyla ilgili fetvalar verilmiş olduğunu gibi, salgından kaçarak görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerine de ta’zir ve azil cezaları verilmiştir. İslam dünyasında ilk darüşşifa 707 yılında Emevi Halifesi Velid b. Abdülmelik tarafından kurulmuştur. Bundan sonraki dönemlerde bîmaristan ve darüşşifa olarak sağlık hizmetleri belli ölçüde kurumsallaşmıştır. İlk Selçuklu eserinin de Nizamülmülk tarafından Nişabur’da kurulduğunu görüyoruz. Yine Bağdat’da 1066’da Nizamiye Medresesi ve Hastanesi bunu takip etmiştir. Sonrasında Harran ve Mardin’deki hastanelerinin de içinde olduğu birçok şehirde benzer darüşşifaları görüyoruz. Anadolu Selçuklularında da bu atılımın sürmesi ile yine birçok yerleşim yerinde bölgesel hizmet kabiliyeti de olan darüşşifaları görmekteyiz. Bunlar arasında en bilinenlerinden olarak Kayseri Gevher Nesibe, Sivas Keykavus ve Konya Alaeddin darüşşifaları zikredilebilir. Bu darüşşifaların kuruluş ve işleyişlerinde İslam tarihinde önemli bir yer tutan vakıf medeniyetinin izlerini görmek mümkündür. Birçok alanda vakıf yoluyla kamu hizmeti yerine getiren vakıflar, sağlık alanında özellikle devletin önemli ölçüde yükünü almış görünmektedir. Bu müesseselerin vakıf yoluyla sürdürülebilirlikleri sağlanmıştır. Vakıf hukukunda kuruluş ana statüsü olan vakfiyelerde vakfın kurucusunun iradesi çok önemli yer tutar. Vâkıfın ortaya koyduğu şartlar şâriin (kanun koyucunun) nassı gibidir. Bu vakfiyelerde özellikle gelirlerin neler olduğu ortaya konurken, bir hastane kurumu düşünüldüğünde harcama yerleri de detaylı ortaya konmak durumundadır. Darüşşifaların işletmesi için gereken kaynağın tedariki bakımından han, hamam, ürün veren arazi işletmeleri türündeki gelir getirici müsteğallat ve müsakkafat belirtilir. Sonraki dönemlerde de vakıf kurucusu yahut başkalarının bu amaçla tasarrufta bulunmaları hep görülen hususlardandır. Bunlar vakfiyelerin kadı sicillerine tescili ile ve ayrıca bu belgelerde şahitlerin (şühûdu’l-hal) imzaları ile kayıt altına alınırdı. Ayrıca bu gelirlerin câbiler tarafından toplama usulleri, kimlerin vakfın amaçlarına uygun olarak bu gelirlerden harcama yapacakları vakfiyelerde açık olarak belirtilmekteydi. Hazırlanan vakfiyelerde darüşşifanın işleyiş şekli kesin kurallara bağlanırdı. Vakfiye artık o hastanenin tüzüğü mesabesindeydi. Vakıf mütevellileri sistemin idaresinden sorumlu oldukları kadar, görevliler üzerinde iç kontrol mekanizmasını sağlamakla da yükümlüydüler. Ayrıca genellikle mütevelliden farklı bir kişi olarak, nazır adı verilen bir kontrol görevlisi de bu konuda daha özel bir misyon üstlenmişti. Hastanenin düzeni ve işletilmesinden esasen mütevelli sorumlu olup, bu şahıs vakıf kurucusunun güvendiği ve işin ehli bir kimse olmak durumundadır. Vakfiyede sonraki mütevelliler için açık ve bağlayıcı bir tanımlama yapılmamışsa bu konuda yetki mahkemede olmaktadır. Mütevelli ayrıca hastalıkların teşhisi ve tedavisi konusunda gereken tedbirleri almakla yükümlüdür. Bunlar yapılmadığında vakfın amacına uygun davranılmış olmaz. Konunun vakıf darüşşifa ilişkisini ortaya koymak bakımından vakfiyeler en temel hukuki belgelerdir.
  • Yayın
    İşyeri kirası sözleşmelerinde Covid 19 salgınının kira bedeli ödeme borcuna etkisi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Bellican, Cüneyt
    İşyeri kirası sözleşmeleri, salgının etkisinin en çok hissedildiği ve tartışıldığı sözleşme türlerinden biri haline gelmiştir. İşyeri kirası sözleşmeleri, sadece çatılı işyerlerinden ibaret değildir; çatılı olmayan iş yerlerini de konu alır. 7226 Sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinde, işyeri kirası sözleşmelerine yönelik olarak, 01.03.2020- tarihinden 30.06.2020 tarihine kadar işleyecek kira bedellerinin ödenememesinin fesih ve tahliye sebebi oluşturmayacağı düzenleme altına alınmıştır. Hüküm, kiracının, kira bedelini ödeme borcunu ortadan kaldırmamaktadır. Kiracının bedel ödeme borcu bağlamında en çok gündeme gelen hüküm/kavram TBK md.138 aşırı ifa güçlüğüdür. Çalışmamızda hükümde yer alan şartlara değinildikten sonra işyeri kirası özelinde değerlendirmeler yapılacaktır. Covid 19 salgınının işyeri kiralarında kiracının bedel ödeme borcuna etkisi ele alınırken, kiraya verenin kiralananı sözleşmede amaçlanan kullanıma elverişli bir şekilde bulundurma borcu bakımından da değerlendirmelerde bulunulacaktır. Kiraya verenin borcu bakımından, ayıptan doğan sorumluluk, sürekli ifa imkansızlığı, geçici ifa imkansızlığı, kısmi ifa imkansızlığı kavramları salgın bağlamında ele alınacaktır.
  • Yayın
    COVID-19 virüsünün sözleşmelere etkisinin Tbk Md. 138 hükmü çerçevesinde değerlendirilmesi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Acar Ünal, Özlem
    Sözleşmeye bağlılık ilkesi (Ahde Vefa) gereği, sözleşmede kararlaştırılan edimlerin aynen ifa edilmesi beklenir. Bu durum özellikle hukuki güvenlik ve dürüstlük kuralının bir sonucudur. Ancak kanun koyucu her koşulda bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmanın mümkün olmayacağını kabul etmiş ve bazı özel durumların varlığı halinde sözleşmenin değişen şartlara uyarlanabileceğini hüküm altına almıştır. Pandemi sürecinin yarattığı olumsuz sonuçlar bakımından da uygulamada sıklıkla başvurulabilecek yöntemlerden birisi sözleşmelerin uyarlanması olacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki, pandemi sebebiyle bütün sözleşmelerin uyarlanabileceğini söylemek elbette mümkün değildir. Zira yaşanan durum ne kadar olağanüstü olursa olsun bazı sözleşmelere hiçbir etkisi olmayabilir. Uyarlamaya imkan veren genel nitelikteki düzenleme, TBK md. 138 hükmünde yer almaktadır. Özel nitelikte bir hüküm olmaması halinde sözleşmenin uyarlanması TBK md. 138 hükmü kapsamında olacaktır. Dolayısıyla öncelikle TBK md. 138 hükmündeki şartların yerine gelmesi gerekecektir. Bu sebeple çalışmamızda söz konusu şartlar, pandemi çerçevesinde oluşan durum kapsamında incelenecektir. Ayrıca yine pandemi özelinde uyarlamanın sonuçları ayrıntılı bir şekilde açıklanarak uygulamada ortaya çıkabilecek bir takım sorunlara doktrindeki görüşler ve Yargı kararları ışığında çözüm aranacaktır.
  • Yayın
    Covid-19 ve Türk aile hukuku sözleşmelerine etkileri
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Sert Sütçü, Selin
    Çin de Aralık 2019 tarihinde ortaya çıkan ve tüm Dünyayı etkisi altına alan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından pandemi ilan edilen COVİD-19 birden fazla hukuki sorunu beraberinde getirmiştir. Ölü sayısının artması, hastalığın bir anda ve çok hızlı bir şekilde yayılması, alınan önlemlerin ve tedbirlerin yetersizliği üst üste gelince Dünya genelinde kaosa sebep olan olağanüstü bir durum ortaya çıkmıştır. Ülkemizde Mart 2020 itibari ile pandeminin görülmesiyle birlikte bir dizi önlemler alınmaya başlanmış, özellikle yargılamada sürelerin durması ile birlikte adeta gündelik hayat ve birçok iş ilerleyemez hale gelmiştir. COVID-19 hukukun birçok alanını farklı şekillerde etkilemekle birlikte aile hukuku da pandemiden etkilenen hukuki alanlardan birisidir. Pandeminin aile hukuku üzerindeki etkileri nişanın bozulmasına, evlenmeye ve boşanma ile boşanmanın sonuçlarına ilişkin olmak üzere sınıflandırılabilecektir.
  • Yayın
    Koronavirüs salgını nedeniyle sokağa çıkma yasaklarının ücret ödeme borcuna ve telafi çalışmasına etkileri
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Kayırgan, Hasan
    Ülkemiz ve tüm dünyanın maruz kaldığı Koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle uygulanan tedbirlerden biri de sokağa çıkma yasağıdır. Bu bağlamda işin durması ve işçi tarafından iş görme borcunun yerine getirilememesi gibi oluşan nedenler Koronavirüs Salgınının zorlayıcı neden sayılıp sayılmayacağı sorusunu gündeme getirmektedir. Zorlayıcı neden kavramı özel hukukta sıkça kullanılmakta ve sorumluluk hukukunda borçlunun sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır. Ancak Zorlayıcı neden kavramına ilişkin olarak yapılan tek yasal tanım Kısa Çalışma Yönetmeliğinde bulunmaktadır. Buna göre; Zorlayıcı neden: işverenin kendi sevk ve idaresinden kaynaklanmayan, önceden kestirilemeyen, bunun sonucu olarak bertaraf edilmesine imkân bulunmayan, geçici olarak çalışma süresinin azaltılması veya faaliyetin tamamen veya kısmen durdurulması ile sonuçlanan dışsal etkilerden kaynaklanan dönemsel durumları ya da deprem, yangın, su baskını, heyelan, salgın hastalık, seferberlik gibi durumları ifade etmektedir (m. 3/1-h). Ücretin ödenmesi için zorlayıcı nedenin kimin risk sahasında oluştuğunun önemi bulunmamaktadır. Buna göre gerek işçiden kaynaklı zorlayıcı nedenlerle işin yerine getirilememesinde gerekse işverenden kaynaklı imkânsızlık hallerinde bir hafta boyunca işverenin yarım ücret ödeme yükümlülüğü bulunmaktadır. İşverenin zorlayıcı nedenin varlığı halinde işi kabulde temerrüde düşmediği kabul edilmiş ve sadece yarım ücret ödeyeceği öngörülmüştür. İşveren yarım ücreti de bir hafta ile sınırlı olarak ödemekle yükümlü tutulmuştur. İşverenin yarım ücret ödediği bu günler için telafi çalışması yaptırıp yaptıramayacağı da hukuki bir sorun olarak değerlendirilmelidir. İş Kanunu m. 64 uyarınca zorunlu nedenlerle işin durması, ulusal bayram ve genel tatillerden önce veya sonra işyerinin tatil edilmesi, benzer nedenlerle işyerinde normal çalışma sürelerinin önemli ölçüde altında çalışılması, çalışmanın tamamen tatil edilmesi veya işçinin talebi ile kendisine izin verilmesi hallerinde işverenin çalışılmayan süreler için telafi çalışması yaptırabileceği öngörülmüştür. 7226 sayılı yapılan değişiklikle işveren telafi çalışmasını zorlayıcı nedenin sona ermesinden başlayarak 4 ay içinde yaptırabilecektir.
  • Yayın
    COVID-19 pandemi döneminde home-office uygulamasına ilişkin Türk ve Alman Hukuku’nda mukayeseli bir değerlendirme
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Bozkurt Gümrükçüoğlu, Yeliz; Bozkurt Gümrükçüoğlu, Yeliz; Hukuk Fakültesi, Hukuk Bölümü
    Covid-19 ile mucadele surecinde dijitalleşme onemli bir enstruman halini almış olup hem ozel sektor hem de kamuda kurumların işlevlerini yerine getirebilmesine hizmet eden bir arac olarak gorulmeye başlamıştır. Pandemi oncesinde de dijital cağın imkanlarından yararlanarak kısmen veya tamamen uzaktan calışma yontemleri kullanılsa da gerek işci gerekse işverenlerin buyuk bir bolumu bu imkan ve calışma yontemi ile ilk defa pandemi doneminde tanışmıştır. Zira olağan donemde iş gorme edimini işyerinde ifa eden calışanların uzaktan calışma sistemlerine gecirilmesiyle, pandeminin calışma hayatında yarattığı olumsuz etkiler giderilmeye ve sosyal izolasyon sağlanmaya calışılmıştır. Home-Office calışma, Turk Hukuku ve mukayeseli hukuk bakımından yeni bir kavram olmamakla birlikte, pandemi donemiyle birlikte halihazırda bu yontemle calışmayan işcilerin de Home Office calışmaya gecirilmesi ile ceşitli guncel hukuki tartışmaların konusu olmuştur. Calışmamızda, Covid-19 donemi ozelinde, gecici bir şekilde başvurulan Home-Office calışma ile sınırlı olarak, pandemi donemi ve sonrasında ortaya cıkabilecek hukuki soru ve sorunlara, Turk ve Alman Hukuku’ndaki genel prensip ve duzenlemeler cercevesinde yanıt bulunmaya calışılacaktır.
  • Yayın
    Tahkim duruşmalarının onlİne yapılması: ISTAC ve Abu Dabi Tahkim Merkezi kuralları incelemesi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Dülger, Ahmet
    Dünya Sağlık Örgütü tarafından dünyada birden çok ülkede yayılarak çok geniş bir alanda etkili olan bir salgın hastalık (pandemi) olarak ilan edilen Covid-19, uluslararası ticari ilişkilerin hukuki boyutlarında önemli etkiler ortaya çıkardı. Bu makalede, tahkim yoluyla çözümlenen davalar bakımından duruşmalarda çevrimiçi (online) yöntemlerin kullanımı konu edilmiştir. Uluslararası uyuşmazlıklarda tahkim duruşmalarının çevrimiçi yöntemlerle gerçekleştirilmesi bakımından İstanbul Tahkim Merkezi (ISTAC) Çevrimiçi Duruşma Usul ve Esasları ile Abu Dabi Ticari Arabuluculuk ve Tahkim Merkezi (ADCCAC) Tahkim Kuralları mukayeseli olarak incelenecektir. ISTAC, çevrimiçi duruşma için getirdiği özel kuralları bulunduğundan dolayı, ADCCAC ise, özellikle Türk ve Orta Doğu tabiiyetindeki şirketlerin tahkim yargılamalarının gerçekleştirildiği bir merkez olması ve çevrimiçi duruşmalar için ayrı ve özel bir kural içermemesi nedeniyle makalemizde mukayeseli hukuktan örnekler olarak tercih edilmiştir. ISTAC Çevrimiçi Duruşma Usul ve Esaslarına göre hakem heyeti, taraflardan birinin talebi üzerine veya kendiliğinden telekonferans veya video konferans yöntemiyle çevrimiçi duruşma yapılmasına karar verebilir. ADCCAC Tahkim Kuralları ise çevrimiçi duruşma yapılmasına ilişkin özel hükümler içermemekle birlikte tarafların eşitliğine uygun olmak ve dava ve savunmalarını ortaya koymalarına imkan vermek şartıyla, duruşmaların gerçekleştirilme usulleri konusunda hakem heyetinin yetkili olduğunu belirtmiştir. Hakem heyetinin çevrimiçi duruşmaya karar vermesi durumunda duruşmanın teknik detayları, şekli, süresi, tarafların konuşma usulleri, belge ibrazı gibi konularda belirleme yapması gerekir. Bunu yaparken de tarafların hukuki dinlenilme hakkına uygun hareket edilmesi daha sonra kararın iptal edilmemesi için önem arz etmektedir. ISTAC Tahkim Kurallarına göre yürütülen bir tahkim için uyuşmazlığın yerel veya yabancı unsurlu olmasına göre değişmek üzere Hukuk Muhakemeleri Kanunu veya Milletlerarası Tahkim Kanunu’nun hükümleri de (lex loci arbitri) ISTAC Çevrimiçi Duruşma Usul ve Esaslarının uygulanmasında göz önünde bulundurulmalıdır. ADCCAC tahkiminde ise Abu Dabi Emirliğinin tahkim kanunları çevrimiçi duruşmanın yürütülmesinde uygulanan usullerin geçerliliği hakkında belirleyici olacaktır. Söz konusu kanunlar online duruşmaların yapılması ve hakem kararının iptali ve icrası konuları bakımından incelenecektir.
  • Yayın
    Milletlerarası tahkim ve COVID-19: Salgının etkilerinin azaltılması amacıyla olası önlemlere ilişkin ICC rehberi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Kafalı, Ömer Faruk
    COVID-19 salgını herkesi ve her kesimi sarsmış ve olumsuz etkilemiştir. On yıllar içerisinde sınır aşırı hale gelen tahkimin, salgın nedeniyle konulan seyahat kısıtlamaları ve sosyal mesafe kuralları dolayısıyla, zor bir döneme gireceği söylenebilir. Lakin tahkim camiası, kısa bir süre içerisinde devlet mahkemelerindeki gibi bir durgunluğun yaşanmaması için yeni duruma uyum sağlamak ve sorunlara çözüm üretmek için yoğun bir şekilde çalışmıştır. Bu bağlamda, Milletlerarası Ticaret Odası (ICC) gibi bazı kurumlar, salgının oluşturduğu zorluklarla yüzleşmek ve olumsuz etkilerini azaltmak için bazı öneriler ve kurallar hazırlamışlardır. ICC, “COVID-19 Salgınının Etkilerinin Azaltılması Amacıyla Olası Önlemlere İlişkin ICC Rehberi” (ICC COVID-19 Rehberi) yayınlamıştır.1 Rehber, ICC’nin, hakem heyetlerinin uyuşmazlıkları hızlı bir şekilde ve mümkünse uzun duruşmalara gerek kalmadan çözmenin olası yollarını aramasını istediğini gösteren tavsiyeler içermektedir. Rehberdeki tavsiyeler sınırlı sayıda değildir. Rehberin amacı tahkim yargılamasının etkinliğini artırmaktır ki bu husus da son yıllardaki “tahkimi daha uygun maliyetli hale getirme” gayesiyle uyum içindedir. Bu nedenle her davanın içinde bulunduğu koşullara göre gerekli tedbirler alınabilecektir. Rehber, hakem heyetinin ve tarafların sanal duruşmanın yürütülme şeklini ortaya koyan protokoller geliştirmek için müzakere etmeleri gerektiğini önermektedir. Rehberde yer alan EK I, sanal duruşmalara ilişkin kontrol listesi sunmaktadır. EK II ise, siber protokol için önerilen maddeleri içermektedir. Tüm bu tavsiye kurallar öneri niteliğindedir ve kullanımı tarafların iradesine bağlıdır. Türkiye tahkim camiasının faydasına sunmak üzere anılan rehber Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
  • Yayın
    Milletlerarası tahkimde hakemlerin sözleşmeyi yeni koşullara uyarlaması
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Gölcüklü, İlyas
    Haklı endişeler nedeniyle dünya genelinde radikal kısıtlamalar ile olağanüstü tedbirlere sebebiyet veren COVID-19, hukukun birçok alanını etkilemiş hem yerel hem de global düzeyde borç ilişkilerinin yeniden gözden geçirilmesi ihtiyacını doğurmuştur. Uzun sürelere yayılan sözleşmeler başta olmak üzere sözleşmelerin yapıldığı esnada öngörülemeyen bu tür bir olağanüstü durum karşısında, alacaklı ile borçlu arasındaki hukuki ilişkin aynı esaslar çerçevesinde devam etmesini beklemek adalet ve hakkaniyet anlayışıyla bağdaşmayabilmektedir. Öngörülemeyen olağanüstü durumlar nedeniyle meydana gelen ifa güçlüklerini aşmak ve sarsılan borç ilişkilerini yeniden canlandırmak amacıyla “sözleşmenin mevcut koşullara uyarlanması” imkanı birçok devletin ulusal hukuk sistemlerinde ve lex mercatoria düzenlemelerinde yer almaktadır. Milletlerarası ticari sözleşmeler ile yatırım anlaşmalarından kaynaklanan uyuşmazlıklar bakımından tahkimin sıklıkla tercih edilen bir uyuşmazlık çözüm metodu olduğu nazara alındığında, söz konusu uyarlama taleplerinin devlet mahkemeleri yerine hakemlerce de yapılıp yapılamayacağı meselesi önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada sözleşmenin yeni koşullara uyarlanması taleplerinin tahkime elverişliliği, hakemlerin uyarlama yetkisinin kapsamı ve sınırları, sözleşmelerde yer alan uyarlama hükümlerinin önemi ile ex aequo et bono göre karar verme yetkisinin uyarlama talepleri bakımından önemi gerek Türk hukuku gerek karşılaştırmalı hukuk bakımından örnek karar ışığında ele alınmıştır.
  • Yayın
    CISG M.79 uygulaması açısından COVID-19 salgını
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Apaydın, Eylem
    Çin’in bir bölgesinde, bir yarasa koronavirüsüyle enfekte olan bir pangolinin, virüsü canlı hayvan pazarında çalışan bir işçiye bulaştırmasıyla ortaya çıktığı düşünülen Sars-Cov-2 virüsü kısa zamanda tüm dünyayı sarmış, sebep olduğu COVID-19 hastalığıyla on binlerce insanın ölümüne sebep olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 11.03.2020 günü bu hastalığın pandemik, yani dünyada birden fazla ülkede veya kıtada, çok geniş bir alanda yayılan ve etkisini gösteren salgın hastalık olduğunu ilan etmiştir. Aynı gün, ülkemizde de ilk vaka tespit edilmiştir. UN Convention on Contracts for the International Sale of Goods (CISG) “Milletlerarası Mal Satımına İlişkin Sözleşmeler Hakkında Birleşmiş Milletler Antlaşması” uluslararası bir anlaşma olarak 1980 yılında imzalanmış, 1988 yılında 11 ülkede yürürlüğe girmiştir. Antlaşma, 7 Nisan 2010 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak 11 Ağustos 2011’de Türkiye’de yürürlüğe girmiştir. İşyeri Türkiye’de olan bir tarafın, başka bir taraf devlette iş yeri olan karşı tarafla yaptığı uluslararası satış sözleşmesine ve kanunlar ihtilafı kuralları gereği Türk hukukunun uygulanması gereken uluslararası satış sözleşmelerine bu tarihten itibaren CISG uygulanmaktadır. COVID-19 salgını sebebiyle, dünya çapında, ülkeler arası kara ve hava ulaşımının kesilmesi, ihracat yasakları, karantina kararları, ülke veya şehir bazında süreli veya süresiz sokağa çıkma yasağı kararları, seyahat yasakları, toplantı yasakları, iş yeri faaliyet yasak ve sınırlamaları gibi devlet müdahalesi olarak nitelenebilecek birtakım önlemler alınmıştır. Bazı ülkelerde bu önlemler sebebiyle toplumsal gösteriler ve olaylar gözlemlenmiştir. CISG’nin uygulanacağı uluslararası satış sözleşmesi akdeden taraflar, sözleşmeden doğan yükümlülüklerini alınan bu önlemler nedeniyle, yerine getiremez bir duruma düşmüş olabilirler. CISG m.79 taraflardan birinin yükümlülüklerinden birini ifa etmemesinin, denetimi dışında kalan bir engelden kaynaklandığını ve bu engeli, sözleşmenin kurulması anında hesaba katmasının veya engelden ve sonuçlarından kaçınmasının veya bunları aşmasının kendisinden makul olarak beklenemeyeceğini ispatlaması halinde ifa etmemeden dolayı sorumlu tutulamayacağını öngörmektedir. Ancak m.79 (3) bu engelin geçici nitelik taşıması durumunda ise farklı bir çözüm benimsemektedir. Bu çalışmada, ana hatlarıyla, COVID-19 salgının ve onun yüzünden alınan önlemlerin, CISG uygulamasında, borçlunun sorumluluğunu kaldıran bir sebep olarak nitelenip nitelenemeyeceği hususu tartışılacaktır. Bu çalışmada öncelikle, CISG Madde 79 kapsamında borçlunun sorumluluğunu kaldırılması için gerekli koşullar açıklanacaktır sonra da bu koşulların COVID-19 salgını ve onun yüzünden devletin müdahalesiyle alınan önlemler açısından sağlanıp sağlanmadığı tartışılacaktır. Ancak salgının etkisinin bittiği veya azaldığı Çin’deki ve Kuzey Avrupa ülkelerindeki güncel birtakım uygulamalar COVID-19 salgını sebebiyle alınan bu önlemlerin geçici bir nitelik taşıdığını göstermektedir. Bu sebeple daha sonra ise bu engelin geçici niteliğinin sonuçları COVID-19 salgını dikkate alınarak değerlendirilecektir.
  • Yayın
    COVID-19 salgınının uluslararası ticari sözleşmelerde uygulanacak hukuka etkisi
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Yıldız Üstün, Esra
    Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan koronavirüs diğer adıyla Covid-19, günümüzün en önemli konularından biri haline gelmiştir. Dünya Sağlık Örgütü bu salgının yayılış hızı ve etkisi nedeniyle 11 Mart 2020 tarihinde pandemi ilan etmiştir. Bu salgın sadece insan hayatına değil aynı zamanda ülkelerin ekonomik ve ticari ilişkilerine de oldukça zarar vermeye başlamıştır. Salgının etkisiyle devletlerin virüsün yayılma hızını azaltmak için aldıkları önlemler (ambargo, ithalat ihracat yasakları, vize uygulamalarını kısıtlamaları) farklı ülkelerdeki alıcı ve satıcıların sözleşmelerinde kararlaştırdıkları edimleri gereği gibi yerine getirememelerine neden olmuştur. Bunun akabinde uyuşmazlıklar ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu uyuşmazlıkların nasıl çözüme kavuşturulacağı noktasında ise tarafların sözleşmelerinde kararlaştırdıkları uygulanacak hukuk ve uyuşmazlığın çözüleceği yöntem oldukça önem taşımaktadır. Sözleşmenin tarafları tarafından kararlaştırılan uygulanacak hukukun tek istisnası devletlerin doğrudan uygulanan (müdahaleci) kurallarıdır. Bu kurallar taraf iradesini kısıtlar. Doğrudan uygulanan kurallar niteliği itibariyle devletlerin sosyal, ekonomik ve politik menfaatlerini koruma amacı güderek, sözleşmeye uygulanacak hukukun farklı bir ülke hukuku olmasını bertaraf edip doğrudan uygulanırlar. Aynı zamanda bu kurallar karşımıza devletlerin ambargo, ithalat-ihracat sınırlandırması olarak çıktığında ve sözleşmenin kurulması esnasında öngörülememiş ise mücbir sebep olarak da sayılabilmektedir. Bu nedenle koronavirüs salgını sebebiyle alınan tedbirler (gümrüklerin kapatılması, medikal aletlerin ihracatının yasaklanması) uluslararası ticari sözleşmeler üzerinde oldukça etkili hale gelmiştir. Diğer önemli bir nokta ise, sadece sözleşmede uygulanması kararlaştırılan hukukun (lex causae) müdahaleci kurallarıyla sınırlı kalmayıp, uyuşmazlığın görüldüğü milli mahkemelerde hakim (lex fori) kendi ülke hukukundaki doğrudan uygulanan kuralları uygulayabilir hatta hakim sözleşme ile sıkı ilişkili hukukun da bu mahiyetteki kurallarına etki alanı tanıyabilmektedir. Bu bildiride, Covid-19 sebebiyle devletlerin getirdikleri kısıtlamaların, tahkim heyeti tarafından sözleşmeyle sıkı ilişkili üçüncü ülkelerin doğrudan uygulanan kurallarının tatbik edilip edilmeyeceği incelenecek, tahkim heyetlerinin geçmişte bu konuya nasıl bir yaklaşım sergiledikleri örnek davalar üzerinden tartışılacaktır. Son olarak, bu pandemi sürecindeki kısıtlamalardan meydana gelen zararlardan tarafların en az hasarla nasıl kurtulabilecekleri yönünde kısa bir değerlendirme yapılacaktır.
  • Yayın
    Koronavirüs döneminde güncel hukuki meseleler sempozyumu: Bildiri tam metin kitabı 29 - 30 Mayıs 2020
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Çalışkan, Yusuf; Bozkurt Gümrükçüoğlu, Yeliz; Erol, Ömer Faruk; Dülger, Ahmet; Yakacak, Gülnihal Ahter; Kafalı, Ömer Faruk
    Aralık 2019 tarihinde Cin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve kısa surede tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 diğer adıyla koronavirüs, günümüzün en önemli konularından ve sorunlarından biri haline gelmiş, Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19’u, yayılış hızı ve etkisi nedeniyle 11 Mart 2020 tarihinde pandemi ilan etmiştir. Bu salgın sadece insan hayatına değil aynı zamanda devletlerin ekonomilerine de önemli ölcüde zarar vermektedir. İçinde bulunduğumuz durum, sosyal, ekonomik, siyasi, tabiri caizse, tüm yönleriyle, bizleri ve devletleri etkilemektedir. Pek tabi ki, bu durumdan da mevcut hukuk kuralları etkilenmektedir. Mevcut hukuk kurallarının, pandemi kapsamında değerlendirilmesinin yanı sıra, pandemi nedeniyle birçok alanda yeni hukuk kurallarına da ihtiyaç bulunmaktadır. Bu nedenle de, olması gereken hukuk acısından da akademik çalışmalara ihtiyaç duyulduğu aşikardır...
  • Yayın
    Koronavirüs döneminde güncel hukuki meseleler sempozyumu: Bildiri özeti kitabı 29 - 30 Mayıs 2020
    (İbn Haldun Üniversitesi Yayınları, 2020) Çalışkan, Yusuf; Bozkurt Gümrükçüoğlu, Yeliz; Erol, Ömer Faruk; Dülger, Ahmet; Yakacak, Gülnihal Ahter; Kafalı, Ömer Faruk
    Kıymetli Meslektaşlarım, Hukuk Camiasının Değerli Üyeleri, Saygıdeğer Konuklarımız, “Koronavirüs Döneminde Güncel Hukuki Meseleler” konulu sempozyumumuza hoş geldiniz. Sizleri, İbn Haldun Üniversitesi Hukuk Fakültesi, Sempozyum Düzenleme Kurulu ve kendi adıma sevgi ve saygıyla ile selamlıyorum. Değerli Konuklar, Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkan ve kısa sürede tüm dünyayı etkisi altına alan Covid-19 diğer adıyla koronavirüs, günümüzün en önemli konularından ve sorunlarından biri haline geldi. Dünya Sağlık Örgütü, Covid-19’u, yayılış hızı ve etkisi nedeniyle 11 Mart 2020 tarihinde pandemi ilan etmiştir. Bu salgın sadece insan hayatına değil aynı zamanda devletlerin ekonomilerine de önemli ölçüde zarar vermektedir...