ABD’NİN ARAP İSYANLARINA DAİR STRATEJİSİ: PRAGMATİZM Mİ YOKSA KAFA KARIŞIKLIĞI MI? TALHA KÖSE* ABDULLAH ENES TÜZGEN** Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Arap isyanlarında doğrudan rolü olduğuna hatta bu devrim sürecinin bizzat Washington tarafından yönlendirdiğine dair inanış, bugün bile birçok bölge ülkesinin kamu- oylarında yaygın bir şekilde kabul görmektedir. Bu yaklaşım tarzı Tür- kiye kamuoyunda da uzun süre konuyla ilgili hakim görüş olarak pay- laşılmıştır. Arap isyanlarının eski Sovyet coğrafyasında yaşanan renkli devrimlerle benzerlik gösterdiğine dair tespitler, devrimlerin özellikle ilk dönemlerinde akademik çevrelerde ve kamuoyunda tartışılmıştır. ABD’ye bölge siyasetinde mutlak belirleyici rol atfeden bu yaklaşımlar şüphesiz son derece sorunlu bir bakış açısını temsil etmektedir. Arap Baharı sonrası üretilen akademik yazın ise meseleyi ABD merkezli yaklaşımın dışında çok daha zengin bir şekilde ele almaktadır. Arap Baharı’nı ABD menşeli bir şekilde açıklayan yaklaşım aynı zamanda bölge halklarına ve bölgedeki yerel aktörlere bir faillik atfetmemekte- dir. ABD, Arap isyanlarının beklenmedik bir şekilde patlak vermesi ve yayılmasında doğrudan rol oynamamıştır. * Doç. Dr. Talha Köse, İbn Haldun Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı ** Dr. Abdullah Enes Tüzgen, İbn Haldun Üniversitesi 132 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK Son yetmiş yıldır bölge siyasetinde meydana gelen birçok gelişmede ABD’nin doğrudan veya dolaylı olarak rolü olmuştur. Arap Baharı ise ABD’nin bölgedeki askeri varlığını kademeli olarak azaltmaya hazır- landığı bir dönemde meydana gelmiştir. Barack Obama’nın başkanlığı döneminde bölge siyasetini yoğun askeri varlık ve maliyetli politika- larla domine etme değil stratejik öncelikler doğrultusunda daha düşük maliyet ve askeri varlıkla şekillendirilen bir stratejiye geçme çabası için- de olunmuştur.1 Dışarıdan dengeleme (offshore balancing) veya arkadan yönetme stratejisi olarak da ifade edilen bu yaklaşım Washington’ın bölgedeki yüksek maliyetli ve yüksek riskli politikalarını stratejik ön- celikleri ile uyumlu daha makul bir seviyeye çekmeyi hedeflemiştir.2 Şüphesiz ABD’nin bölge siyasetini askeri güç kullanımı ve “zoraki de- mokratikleştirme” projesi çerçevesinde şekillendirmesi gerektiğini sa- vunanlar bu yaklaşıma eleştirilerde bulunmuşlardır. Ancak ABD’nin bölge siyasetini kaba güç kullanarak kendi istediği biçimde şekillendi- remeyeceği gerçeği, fiyaskoya dönen Irak ve Afganistan işgallerindeki başarısızlığı ile ortaya çıkmıştır. Washington’ın bölge siyasetine dair tercihleri devrimler sonrası bölge siyasetinin yeniden şekillenmesinde etkili olmuştur. Ancak bu etki kendini George W. Bush başkanlığın- da ve neoconların Amerikan dış politikasını şekillendirdiği dönemden farklı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu çalışmada ABD’nin Arap isyanlarının başlamasından sonraki süreçle ilgili takip ettiği stratejiyi ve bu stratejinin gerekçelerini ele al- maktayız. ABD’nin bölgeye dair stratejilerinde birtakım süreklilik un- surları bulunmakla beraber başkanlara göre yaklaşım farklılıkları da söz konusudur. George W. Bush, Barack Obama ve Donald Trump üçü de 1 Colin H. Kahl ve Marc Lynch, “US Strategy after the Arab Uprisings: Toward Progres- sive Engagement”, The Washington Quarterly, Cilt: 36, Sayı: 2, (2013), s. 52. 2 Christopher Layne, “From Preponderance to Offshore Balancing: America’s Future Grand Strategy”, International Security, Cilt: 22, Sayı: 1, (1997), s. 86-124; Christopher Layne, “America’s Middle East Grand Strategy after Iraq: The Moment for Offshore Ba- lancing Has Arrived”, Review of International Studies, (2009), s. 5-25; John J. Mearsheimer ve Stephen M. Walt, “The Case for Offshore Balancing”, Foreign Affairs, Cilt: 95, Sayı: 4, (2016), s. 70-83. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 133 başkanlıkları dönemlerinde kendi yaklaşımlarına göre farklı politikala- rı tercih etmişlerdir. Ancak yaklaşım farklılıklarının yanında ABD’nin bölgeye dair stratejilerinde birtakım süreklilik unsurları da bulunmak- tadır. ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine dair stratejilerinde son otuz yıldır süreklilik unsurlarının ağırlıklı bir şekilde ön plana çık- tığı görülmektedir. Başkanlar bölgeye dair kendilerince stratejiler oluş- turmaya çalışmışlar ancak bu stratejiler genel çerçevenin dışına taşmaya başladığında Washington’daki yerleşik siyasi ve bürokratik aktörlerce dengelenmiş ve tekrar belirlenen istikamete sokulmaya çalışılmıştır. ABD’nin Arap Baharı sonrasındaki tavrı da benzer biçimde şekillen- miştir. Devrimler bölgedeki düzeni ABD’nin istemediği bir noktaya çekmeye başladığında Washington’daki aktörler devreye girerek duru- ma müdahale etmiştir. Obama yönetiminde Washington soğukkanlı bir tavırla sürece son- radan müdahil olmuştur. Bu tavırda Obama yönetiminin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yeni bir cephe açmama çabasının rolü büyüktür.3 Baş- kan Obama son on yıldır bölgede yoğunlaşan askeri kümeleşmeyi baş- ka bir bölgeye kaydırmaya gayret etmiştir. ABD’nin bölgedeki askeri varlığını azaltma, güvenlik ve dış politika konusundaki odağını Uzak Doğu’ya kaydırma gibi bir hedef belirlemiştir.4 Lakin bu tarz çabaların yanında ABD halen bölge siyasetini belirleme konusunda en etkili güç olmaya devam etmektedir. Değişen ise Washington’ın son zamanda bölgede oluşturduğu güç boşluklarıdır. Bu boşluklar diğer küresel ve bölgesel aktörlere davetiye çıkarmıştır.5 Ortaya çıkan güç boşluğu aynı zamanda bölgenin baskılanmış etnik, mezhepsel, kabilevi ve ideolojik fay hatlarını da tetiklemiştir.6 Bütün bu gelişmeler bölgeyi ucu açık 3 Jeremy Pressman, “Same Old Story? Obama and the Arab Uprisings”, The Arab Spring: Change and Resistance in the Middle East, (2013), s. 229. 4 Christensen, Thomas J. “Obama and Asia”, Foreign Affairs, 94 (2015), s. 28-30. 5 May Darwich, “Great and Regional Powers in the Middle East: The Evolution of Role Conceptions”, Shifting Global Politics and the Middle East, (2019), s. 25. 6 Perry Cammack, Michele Dunne, Amr Hamzawy, Marc Lynch, Marwan Muasher, Ye- zid Sayigh ve Maha Yahya, “Arab Fractures: Citizens, States, and Social Contracts”, Carnegie Endowment for International Peace, (2017). 134 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK bir kaosa doğru sürüklemiştir. Marc Lynch’in “Yeni Arap Savaşları”7 olarak ifade ettiği bu karmaşık durum Washington’ın ve diğer bütün aktörlerin bölgeye yönelik bütüncül bir strateji geliştirme imkanını ortadan kaldırmaktadır. Sahadaki bu durum ABD’yi pragmatik bir yaklaşıma zorlamaktadır. Washington’ın Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Yemen ve Bahreyn gibi ülkelerdeki devrim ve iç savaşlara dair stratejik yaklaşımları bu çalışma- da ele alınmaktadır. ABD’nin bölge siyasetindeki süreklilik ve kırılma unsurları ve Washington yönetimlerinin Arap Baharı sürecinde belirle- diği stratejilerin ana çerçevesi bu çalışmanın odağını oluşturmaktadır. ARAP BAHARI’NIN ORTAYA ÇIKIŞI VE ABD’NİN ERKEN TEPKİLERİ Ortadoğu bölgesinin siyasi, ekonomik ve toplumsal dinamikleri uzun süredir değişime dair sinyaller vermiş ancak değişim beklenmedik ve kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkmıştır. Küresel ve bölgesel birçok ak- tör gibi Washington yönetimi de bu değişime hazırlıksız yakalanmıştır. ABD, Arap Baharı ile ortaya çıkan değişim sürecine ilk başlarda çe- lişkili tepkiler vermiştir. Dönemin ABD Başkanı Barack Obama’nın Tunus’taki isyanlar konusundaki ilk açıklaması destekleyici mahiyette olmuştur. Başkan Obama Tunus devriminin başarılı olmasının ardın- dan “Tunus halkının cesur ve onurlu tavrını alkışlamaktayım” şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.8 Başkan Obama benzer tavrı biraz daha soğukkanlı bir şekilde 19 Mayıs 2011’deki bir konuşmasında da yinelemiştir. Obama “Elbette mütevazı bir şekilde hareket etmek durumundayız. Tunus ve Kahire’de insanları sokağa döken Amerika olmamıştır. Bu hareketi insanlar ken- dileri başlatmışlardır ve bu sürecin sonunu da kendileri getirmelilerdir” 7 Marc Lynch, The New Arab Wars: Uprisings and Anarchy in the Middle East, (Public Affairs, New York: 2016). 8 Barack Obama, “Remarks by the President on the Middle East and North Africa”, Beyaz Saray, 19 Mayıs 2011, https://obamawhitehouse.archives.gov/the-press-office/2011/05/19/ remarks-president-middle-east-and-north-africa, (Erişim tarihi: 12 Mart 2021). ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 135 şeklinde bir açıklama yapmıştır.9 Keza bu açıklama ABD’nin devrim- lerin erken aşamasında halk hareketinin hangi istikamette seyredece- ğini izlemeyi tercih ettiğinin göstergesidir. Esasında ABD’nin bizzat değişim sürecine müdahil olması bu toplumsal hareketlerin meşruiyet zemininin tartışılır hale gelmesine neden olabilirdi. Washington yöne- timi belki biraz da bu gerekçeyle sürece doğrudan müdahil olma gö- rüntüsünden uzak durmayı taktik olarak benimsemiş olabilir. Devrimlerin bölge siyasetini yeniden şekillendirmeye başlaması- nın ardından Washington tekrar devreye girerek kendi stratejik önce- likleri doğrultusunda müdahalelerinin yönünü değiştirmiştir. Obama yönetimi ilk başlarda bu değişim dalgasına olumlu yaklaşmış ve do- laylı şekilde bu dönüşümden duyduğu memnuniyeti dile getirmiş- tir. Ancak devrimler dalgası Washington’ın bölgeye yönelik stratejik öncelikleriyle çelişmeye başladıkça Obama yönetimi de ilk baştaki yaklaşımını değiştirmiş ve Arap Baharı ile ilgili söylemlerinin tonu- nu düşürmüştür. Washington, devrim ve siyasi/toplumsal değişime dair tutarlı ve ilkeli bir yaklaşım geliştirme çabası içinde olmamış- tır.10 ABD’nin üst düzey yetkililerinin söylemleri değişim dalgasını destekleme yönünde şekillenirken sahadaki tavırları ise bu söylemleri destekler mahiyette olmamıştır. Bir yandan Başkan Barack Obama ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Arap Baharı ve devrim dalgasına söylemleriyle destek vermiştir.11 Elimize tarihi bir fırsat geçmiş durumda. ABD’nin Tunuslu bir so- kak satıcısının onuruna, diktatörlerin kaba kuvvetinden daha fazla değer verdiğini gösterme şansımız bulunmakta. Şüphesiz ABD bölge halkının yeni fırsatları ve kendi kaderini tayin hakkını güçlendirecek değişimleri memnuniyetle karşılamaktadır. Evet bu ümit vadeden du- rumun riskleri de olacaktır. Ancak uzun yıllardır mevcut durumu ol- 9 Pressman, “Same Old Story? Obama and the Arab Uprisings”, s. 232. 10 Daniela Huber, “A Pragmatic Actor—the US Response to the Arab Uprisings”, Journal of European Integration, Cilt: 37, Sayı: 1, (2015), s. 72. 11 Dalal Daoud, “North America’s Response to the Tunisian and Egyptian Uprisings”, Routledge Handbook of the Arab Spring, ed. Larbi Sadiki, (Routledge, New York: 2014), s. 626; Kim Ghattas, “How does the US View Tunisia’s Revolt?”, BBC, 16 Ocak 2011. 136 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK duğu gibi kabul etmekte olduğumuz bölgedeki vaziyetin artık olması gerektiği halini talep etme şansına sahibiz.12 Obama aynı zamanda her yıl yapılan ve başkanların Amerikan hal- kına hitabı olan “Birliğin Durumu Konuşması”nda (State of the Union Speech) “Amerika Birleşik Devletleri Tunus halkının yanındadır ve tüm insanların demokratik haklarını talep etmelerini desteklemektedir”13 şek- linde bir açıklamada bulunmuştur. Bu açıklamalar ABD’nin bölgedeki devrim sürecini desteklediği şeklinde yorumlara neden olmuştur. Öte yandan Savunma Bakanlığı (Pentagon) ve istihbarat örgütleri ise sahada çok farklı ve Obama’nın söylemleri ile çelişen yaklaşımlar sergilemiştir. Yukarıdaki ifadeler Başkan Obama’nın Tunus’ta ortaya çıkan devrimi en azından fikir bazında desteklediğini ortaya koymaktadır. ABD söylem düzeyinde demokratik değişim sürecini desteklerken bu değişimin kendi stratejik öncelikleri açısından oluşturabileceği risk- leri ortadan kaldırmak için önleyici adımlar da atmıştır. Bu yaklaşım tarzını kurumlar arası kafa karışıklığına işaret eden bir karmaşa şek- linde yorumlamak, ABD gibi stratejik yönelimleri konusunda tutarlı politikalara sahip bir süper gücün tavrını basite indirgeme anlamına gelmektedir. Bu belirsizlik ortamında kullanılmaya çalışılan muğlak- lık Washington’a bölge politikaları konusunda esneklik sağlamıştır. ABD’nin üst düzey yetkilileri de bu muğlaklığı kullanarak demokrasi yanlısı söylemleri ile devrim karşıtı eylemler arasında bir denge kurma- ya çalışmışlardır. ABD ne Arap Baharı ile ortaya çıkan değişim dalgasını tam manası ile desteklemiş ne de bu değişim dalgasının kendi çıkarları açısından oluş- turabileceği fırsatlardan istifade etmekten geri durmuştur. Washington yönetiminin bu pragmatik yaklaşımı sahada meydana gelen değişim- lere paralel olarak yeniden gözden geçirilmiştir.14 Arap Baharı’nın veya 12 Obama, “Remarks by the President on the Middle East and North Africa”. 13 Barack Obama, “Remarks by the president in State of Union Address”, Beyaz Saray, 25 Ocak 2011, www.whitehouse.gov/the-press-office/2011/01/25/remarks-president-state-uni- on-address, (Erişim tarihi: 13 Mart 2021). 14 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 57-75. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 137 bugünkü ifadesiyle Arap isyanlarının onuncu yılında ABD’nin devrim karşıtı koalisyonla yani Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabis- tan, İsrail ve darbeci Abdülfettah Sisi önderliğindeki Mısır ile daha yakın iş birliği içinde olduğu görülmektedir. Buna karşın sahada da İran ve Rusya’nın nüfuzunu baskılamaya yönelik adımlara öncelik verdiği söy- lenebilir. DEAŞ karşıtı koalisyon kurgusu ise başta Suriye olmak üzere bölgedeki bütün “İslamcı” örgütleri hedef almış ve zayıflatmıştır. Washington’ın tavrı Arap Baharı olarak tanımlanan dönüşüm sü- recinin seyrini büyük ölçüde değiştirmiştir. Bütün bu dönüşüm süre- cince ABD attığı adımlardan çok atmadığı ve/veya atmaktan imtina ettiği adımlarla bu sürecin yönünün belirlenmesine katkı sağlamıştır. ABD, Tunus ve Mısır’da daha önce müttefiki olan diktatörlerin dev- rilmesine fazla ses çıkarmamıştır. Libya’da ise uluslararası koalisyonla birlikte devreye girerek Kaddafi’nin devrilmesinde etkin rol oynamıştır. Bahreyn’de devrimin Suudi Arabistan’ın askeri müdahaleleriyle akim bırakılmasına sessiz kalmıştır. Benzer şekilde Yemen’deki karşı devrim sürecine ses çıkarmayarak Suudi Arabistan ve BAE’nin müdahaleleri- ne yeşil ışık yakmıştır. Suriye’deki gelişmelerde ise İsrail’in güvenliğini ve Levant bölgesindeki siyasi istikrarı bütüncül olarak etkilediği için bu ülkedeki siyasi yapının tamamen İran ve Rusya tarafından kontrol edilmesini istememiştir. Ancak Suriye’de İslamcıların iktidara gelebile- ceği bir demokratik dönüşüme destek vermeyi de reddetmiştir. Böylece ABD yaptıkları kadar yapmadıkları ile de bölge siyasetinin şekillenme- sinde rol oynamıştır. ABD’NİN BÖLGEYE GENEL YAKLAŞIMI: HAREKET TARZI VE TEMEL PRENSİPLERİ ABD, bölgedeki temel stratejik öncelikleri olan İsrail’in güvenliğini sağlamak, bölgedeki enerji arzının ve petrol akışının sürmesini garanti altında tutmak, bölgedeki terör örgütleri ve Amerikan çıkarları aleyhi- ne çalışan örgütlerle etkin mücadele etmek, İsrail’in haricindeki bölge aktörlerinin başta nükleer silahlar olmak üzere kitle imha silahlarına sa- 138 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK hip olmasını engellemek başlıklarında tutarlı bir tavır sergilemektedir.15 Washington bu önceliklere ek olarak adı konulmasa da bölgede bir hegemonik gücün ortaya çıkmasını engellemeyi de kendisine stratejik öncelik olarak belirlemiştir. ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika böl- gesindeki siyasetinin ana stratejisini belirleyen faktörler yaklaşık otuz yıldır bahsi geçen öncelikler doğrultusunda şekillenmiştir. Bu stratejik öncelikler sabit kalmak kaydıyla farklı başkanlar ve yönetimler bu ön- celikleri hayata geçirmek için farklı politikaları ve taktikleri ön plana çıkarma çabası içinde olmuşlardır. Başkanların esneklik alanları bahsi geçen stratejik öncelikleri ris- ke atmaya başladığında ise Washington’daki güvenlik bürokrasisi bu çabaları sınırlandırmıştır. George W. Bush yönetimi, neocon aktörler- le bölgede bütüncül bir demokratik dönüşüm gündemi dayatmıştır.16 Washington’daki neocon ekip bu hedefe ulaşmak için askeri müdahale ve darbeleri de meşru bir yöntem olarak uygun görmüştür. Irak’ın iş- gali de demokratikleşme gündeminin bir parçası olarak sunulmaya ça- lışılmıştır.17 Bu müdahaleler demokrasi kavramının içini boşalttığı gibi bölgede demokrasiyi yayma girişimlerine karşı da ciddi bir direncin oluşmasına neden olmuştur.18 Obama yönetimi ise bölgedeki demokratikleşme süreçlerinin tek taraflı askeri müdahaleler olmadan hayata geçirilmesini benimsemiş- tir.19 Bu yaklaşım bölgeye olan ilginin bitmesi değil daha doğru biçim- 15 Kahl ve Lynch, “US Strategy after the Arab Uprisings: Toward Progressive Engage- ment”, s. 48. 16 George W. Bush, “Inaugural Address”, The American Presidency Project, 20 Ocak 2005, http://www.presidency.ucsb.edu/ws/index.php?pid=58745, (Erişim tarihi: 13 Mart 2021). 17 Thomas Carothers, “The Back Lash against Democracy Promotion”, Foreign Affairs, Cilt: 85, Sayı: 2, (2006), s. 55-68. 18 Carothers, “The Back Lash against Democracy Promotion”, s. 55-68; Thomas Carot- hers, “Democracy Promotion under Obama: Finding a Way Forward”, Carnegie Endowment for International Peace, http://carnegieendowment.org/files/democracy_promotion_obama. pdf, (Erişim tarihi: 13 Mart 2021); Laurence Whitehead, “Losing ‘the Force’? The ‘Dark Side’ of Democratization after Iraq”, Democratization, Cilt: 16, Sayı: 2, (2009), s. 215-242. 19 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 60; Fawas A. Gerges, Obama and the Middle East: The End of America’s Moment?, (Palgrave Macmillan, New York: 2012). ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 139 de planlanması ve boyutlandırılması şeklinde ifade edilmiştir.20 Trump yönetimi ise bölge için demokratikleşme söylemini bir yana bırakarak doğrudan İsrail’in güvenliğine odaklanmıştır. Trump yönetimi bölge- deki Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerle İran’ı çevrelemek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için yük paylaşımı esasına göre daha fazla iş birliği yapmayı tercih etmiştir.21 Trump yönetimi bölgede yeni askeri cepheler açmaktan kaçınmış ve İran’ı sert yaptırımlarla sınırlandırmaya çalış- mıştır. Trump yönetimi bölgedeki askerlerini çekme fikrini tutarlı bir şekilde savunmuş fakat bu yaklaşım Washington’daki yerleşik bürokra- tik ve siyasi elitin direnciyle karşılaşmıştır. Washington’daki bürokrasi ve yerleşik güçler hem Trump’ın Suriye’den asker çekme kararını hem de Obama’nın Irak’tan asker çekme ve Suriye’de kimyasal silah kul- lanımının ardından askeri müdahalede bulunma isteğini engellenmiş- tir. Washington’ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikalarında yukarıda bahsedilen stratejik öncelikler ekseninde süreklilik unsurlarının daha güçlü olduğu iddia edilebilir. Arap Baharı ile ortaya çıkan değişimin ABD’nin bölgedeki stratejik önceliklerine ne şekilde hizmet edebileceğinin hesabını yapmadan çı- karımda bulunmak dış politika karar alma süreçlerinin dinamikleriyle çelişen bir yaklaşımdır. Başkan Barack Obama ve Dışişleri Bakanı Hil- lary Clinton’ın devrimci halk hareketi ile duygusal ve normatif bağı Washington’ın stratejik önceliklerine takılmıştır. Benzer bir şekilde Başkan Trump’ın bölgedeki Amerikan askeri varlığını azaltma ve İsrail’in güvenliği haricindeki gelişmelere duyarsız kalma yaklaşımı da Penta- gon tarafından kabul görmemiştir. Walid Hazbun’un ifade ettiği gibi bölgedeki karmaşa ve istikrarsızlığın asıl nedeni ABD’nin bölgeden çe- kilmesiyle oluşan güç boşluğu değildir. Aksine ABD’nin mütemadiyen bölgeye askeri birliklerini taşıması, bu birlikleri bölgenin stratejik nok- talarında konuşlandırması ve bölgedeki çatışan taraflar arasında denge- 20 Marc Lynch, “Obama and the Middle East”, Foreign Affair, Sayı: 94, (2015), s. 18-27. 21 Jack Thompson, “Trump’s Middle East Policy”, CSS Analyses in Security Policy, Sayı: 233, (2018). 140 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK leyici ve zaman zaman denge bozucu tavırlar takınmasıdır.22 Hazbun 1990’lar sonrasında bölgede ortaya çıkan siyasi ve toplumsal istikrarsız- lığın asıl nedeninin ABD’nin bölgedeki güç projeksiyonu ve neoliberal politikaları dayatma çabası olduğunu vurgulamıştır.23 Obama ve Trump’ın başkanlıkları dönemlerinde bölgedeki Ame- rikan askeri varlığı kısmen azaltılmış olsa da bölgenin vekiller üzerin- den kontrol etme çabasından vazgeçilmemiştir. Washington yönetimi bölgenin siyasi ve ekonomik kurgusunu belirleyerek güvenlik yapısını şekillendirmeye çalışmıştır. Obama yönetiminin Uzak Doğu’ya odak- lanma ve Ortadoğu’daki askeri varlığı azaltma önceliği de Washington müesses nizamının direncine takılmıştır. ABD’nin üst düzey yetkilileri kamuoyu önünde devrimleri alkışlamış ancak güvenlik eliti bölgedeki karşı devrimci aktörlerle çalışmaya devam etmiştir. ABD BAŞKANLARININ FARKLILAŞAN BÖLGESEL POLİTİKA ARAYIŞLARI ABD’nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki askeri varlığı, Filistin-İsrail sorunu ve uluslararası terörizm ile mücadele gibi konular bütün Ameri- kan başkanlarının ortak gündem maddesi olagelmiştir. Başkanlar kendi yaklaşımlarına göre bu konularda farklı siyasetler izlemeyi tercih etmiş- lerdir. Örneğin George W. Bush bölgeyi bütüncül bir şekilde yeniden dizayn etmeye çalışmıştır. Donald Trump ise ABD’nin bu bölgeye dair kapsamlı politikalarını gereksiz görmüş ve bölgedeki askeri varlığının orantısız bir maliyet olduğunu düşünmüştür. Barack Obama ise bu iki yaklaşım arasında daha pragmatik bir noktada durmayı tercih etmiştir. ABD’nin George W. Bush yönetimi döneminde olduğu gibi bölgeye “Büyük Ortadoğu Projesi” ve demokratikleşme dalgası iddiası üzerin- den yeniden şekillendirme projesi akim kalmıştır. Bu proje bölge dev- letleri, bölgedeki yerel aktörler ve halk tarafından benimsenmemiştir. 22 Waleed Hazbun, “In America’s Wake: Turbulence and Insecurity in the Middle East”, Shifting Global Politics and the Middle East, (2019), s. 14. 23 Hazbun, “In America’s Wake”, s. 15. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 141 Bunun da ötesinde böylesi bir projenin karşısında bir direniş ekseninin ortaya çıkmasına neden olmuştur. İran bu eksenin öncü aktörü gibi rol almış ve bu rolü mezhepçi yayılma stratejisi üzerinden sürdürmüştür. ABD’nin asıl işine yarayan ise İran’ın kendi kontrolünde genişlemesi ol- muştur. Amerikan işgaline karşı oluşan Sünni muhalefet ve etkili Sünni siyasi aktörler “Şii Hilali” stratejisi ile çevrelenmeye çalışılmıştır. George W. Bush başkanlığı dönemi 11 Eylül şokunun da etkisiyle bölgede askeri müdahaleler ve zoraki demokratikleştirme çabalarıyla geçmiştir. Bush yönetimi bölgedeki yerel aktörlerle eş güdüm ve iş bir- liğine fazla yanaşmamıştır. Bölgenin jeopolitik düzenini ve siyasi yapı- sını tepeden inmeci ve dayatmacı formüllerle şekillendirmeye çalışmış- tır. Bu yaklaşım tarzı ne bölgede demokratikleşme dalgasını tetiklemiş ne de demokratik yollarla işbaşına gelen siyasi aktörler Washington tarafından kabul görmüştür. ABD, Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hiz- bullah, Irak’ta Sünni siyasi aktörlerin meşru siyasi zeminde temsillerine kısıtlamalar getirmeye çalışmıştır. Washington yönetimi en nihayetin- de demokratik süreçlerin ABD ve Batı yanlısı siyasal aktörleri iktidara taşımadığı noktalarda liberal ısrarından geri adım atmıştır. ABD’nin bölgedeki demokratikleştirme gündeminden istifade eden bir diğer aktör Müslüman Kardeşler örgütü (İhvan-ı Müslimin/ İhvan) ve onunla bağlantılı siyasi aktörlerdir. Ancak İhvan bağlantılı Hamas’ın İsrail tarafından veto edilmesi Washington’ın tavrının değiş- mesine neden olmuştur. George W. Bush’un 11 Eylül sonrası devreye soktuğu politikalar İran ve İhvan’ı bölgede daha etkili aktörler haline getirirken diğer demokratik siyasi ve toplumsal aktörler gelişmelerden yeterince istifade edememiştir. Daha sonraki dönemde bölgedeki gele- neksel ve otoriter rejimlerde artan “İran korkusu” ve “İhvan korkusu” bölgenin kimyasını değiştirmiştir. Geleneksel rejimler ABD’nin yerini doldurabilecek yeni aktörlerle iş birliği arayışı içine girmişlerdir. ABD müdahalesine karşı Suriye, Lübnan ve Irak’taki Şiiler ve Hamas gibi ak- törler ise İran’ın etrafında kümelenmişlerdir. Sonuç itibarıyla Bush’un Büyük Ortadoğu Projesi bölgeye ne huzur ve güven getirmiş ne de ye- 142 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK rel demokratikleşme imkanlarının filizlenmesine imkan tanımamıştır. Arap Baharı’nın ortaya çıkmasında Bush yönetimi ve Washington’ın neocon elitinin bıraktığı yıkıntının etkileri büyük olmuştur. Barack Obama ulusal güvenlik çıkarları ve demokratikleşmeyi des- tekleme konusunda Bush yönetimiyle benzer görüşlere sahiptir. Ancak Obama yönetimi söylemlerinden farklı olarak bölge güvenliği ve ener- ji çıkarlarını demokratikleşme vurgusunun üstünde tutmuştur. Bu da demokratikleşmeye olan adanmışlık diğer çıkarların her zaman gölge- sinde kalmıştır. Her şeye rağmen Obama, başkanlığı döneminde böl- geye askeri müdahalelerde bulunmak konusundan çok daha çekimser ve dikkatli davranmıştır. Obama geniş kapsamlı askeri operasyonlar yerine daha çok insansız hava araçları (İHA) ve silahlı insansız hava araçları (SİHA) ile küçük müdahalelerde bulunmayı tercih etmiştir.24 Obama yönetimi yapılan askeri müdahalelerin çok taraflı şekilde icra edilmesine de önem vermiştir.25 Obama bölgedeki askeri operasyon- ları NATO, Birleşmiş Milletler (BM), Arap Birliği veya bölgedeki müttefikleri ile birlikte veya bu aktörler üzerinden yaptırmaya özen göstermiştir. Müttefikleri veya bağdaşıklarının böylesi operasyonlara sıcak bakmadıkları durumlarda ise doğrudan harekat seçeneğinden uzak durmayı tercih etmiştir. Obama yönetimi her şeyden önce Washington’ın yerel aktörlerle daha yakın iş birliği ve eş güdüm içinde olması gerektiğini savunmuş- tur. Barack Obama, başkan olduktan sonra Müslüman ülkelere yönelik ilk seyahatini 5-7 Nisan’da Ankara’ya yapmış ve “model ortaklık yakla- şımı”nı gündeme getirmiştir.26 24 Pressman, “Same Old Story? Obama and the Arab Uprisings”, s. 226. 25 Pressman, “Same Old Story? Obama and the Arab Uprisings”. 26 Obama başkanlığının erken dönemindeki ABD-Türkiye ilişkileri ve “model ortaklık” tartışmaları için bkz. İbrahim Kalın, “US-Turkish Relations under Obama: Promise, Chal- lenge and Opportunity in the 21st Century”, Journal of Balkan and Near Eastern Studies, Cilt: 12, Sayı: 1, (2010), s. 93-108; Kadir Ustun ve Kilic Kanat, “US-Turkey Relations: Arab Spring and the Search for Model Partnership”, SETA Foundation Perspective, (2012), s. 1-6; Nuh Yılmaz, “US-Turkey Relations: Model Partnership as an ‘Empty Signifier’” Insight Turkey, Cilt: 13, Sayı: 1, (2011), s. 19. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 143 Her iki ülkede de görmekte olduğumuz laik bir ülke vaadinin, inanç özgürlüğüne, hukukun üstünlüğüne saygı gösterme vaatlerinin sür- dürülüyor olmasıdır. Bunları uluslararası sahnede devam ettireceğiz. Bu mesajı sunmada, Batı ve Doğu olarak birlikte hareket edebilecek olursak, dünyaya bu mesajı bu şekilde verebilecek olursak son derece sıra dışı bir etkisi olacağını düşünüyorum. Bu ortaklığı önümüzdeki günlerde görmeyi de dört gözle bekliyorum. (…) Daha güçlü ilişkile- rin kurulması, Türkiye ile ABD’nin bir model ortaklık oluşturmasıyla mümkün olabilir. Söz konusu modelde baskın olarak Hristiyan bir ulusla çoğunluğu Müslüman olan Batılı bir ulus bir araya gelecek ve iki kıtayı kapsayan, Avrupa ile Asya arasında bulunan Türkiye, ABD ile birlikte modern uluslararası bir camia oluşturabilecek. Bu benim açımdan son derece önemli bir konu.27 Barack Obama’nın Türkiye’yi “model ortak” olarak tanımlaması da bölgedeki ülkelere belli mesajlar vermiştir. Obama’ya göre Türkiye NATO üyesi ve ABD müttefiki olmasının yanı sıra İslam ile demokrasi ve piyasa ekonomisini bağdaştırmış olması ile birçok diğer Müslüman ülke için ideal model konumundadır. Bu “model” de “model ortaklık” söylemi ile taçlandırılmıştır. Ancak Ankara kendi ulusal çıkarları doğ- rultusunda müstakil politikalar benimsediğinde Washington ile çıkar çatışmaları yaşamaya başlamıştır. Türkiye, Arap Baharı sonrasındaki bölgesel stratejisini ABD ile aynı doğrultuda çizmeyince model ortak- lık söylemi de rafa kalkmıştır. Obama’nın 4 Haziran 2009’da Mısır’ın başkenti Kahire’de yapmış olduğu konuşma da çok dikkat çekmiştir. Obama ABD’nin demokra- tikleşme, insan hakları ve ekonomik kalkınmayı desteklemeye devam edeceğini ancak bunu Bush başkanlığı döneminde olduğu gibi dayat- malar ve tepeden inmeci bir şekilde değil yerel aktörlerle daha fazla eş güdümle hayata geçirmek istediğini dile getirmiştir. Kahire’de yapmış olduğu konuşmada temel siyasal haklar konusundaki hassasiyetini vur- gulamıştır. Obama Müslüman dünya ile ilişkilerde yeni bir başlangıç yapmanın öneminin altını çizmiştir. “Teröre karşı küresel savaş” söy- leminin oluşturduğu yıkıntı ve İslam dünyası ile oluşturduğu gerilimi 27 “Türkiye ile Model Ortaklık Önerisi”, Hürriyet, 6 Nisan 2009. 144 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK azaltmak için söylem tonunu değiştirmeyi tercih etmiştir. Ortadoğu barış süreci ve İran ile ilişkilerde normalleşme vurgusunda da bulunan Obama, Müslüman ülkelerle yaşanan gerilimlerde söylemin tonunu düşürmeyi denemiştir. Obama, Kahire konuşmasında yönetim konu- sunda “ne şekilde yönetildiğiniz konusundaki kanaatlerinizi dile geti- rebilmeniz, adaletin eşit koşullarla işleyişi ve hukuk devletine olan gü- ven, şeffaf ve kendi insanlarından çalmayan bir yönetim altında olmak, istediğiniz şekilde yaşayabilme özgürlüğünüzün olmasının”28 önemini vurgulamıştır. Bu standartları yerine getirebilecek alternatif yönetim modellerinin olabileceğini söyleyen Obama “dışarıdan standart bir demokratikleşme ve Bush dönemindeki gibi bir ‘özgürlük gündemi’ dayatmayı tercih etmemiştir”.29 ARAP BAHARI’NDA ABD’NİN YÖNELİMİNİ DEĞİŞTİREN DEĞİŞİMİN TEMEL DÖNÜM NOKTALARI ABD’nin Arap Baharı sürecinde yönelimini değiştiren iki temel dönüm noktasından bahsedebiliriz. Bunlardan ilki Libya’nın Bingazi şehrinde bulunan Amerikan Konsolosluğuna yapılan ve Ensar-ı Şeria örgütü ta- rafından üstlenilen saldırıdır. 11 Eylül 2012’de gerçekleştirilen saldırı- da ABD’nin Libya Büyükelçisi Christopher Stephens ve yanındaki üç dışişleri ve CIA yetkilisi hayatlarını kaybetmiştir. Saldırı Washington’da şok etkisi oluşturmuştur. Dönemin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice, Bingazi’deki ihmallerinden dolayı yoğun eleştirilere maruz kalmışlardır.30 Bingazi’deki Amerikan Konsolosluğunun Libya’dan Suriye’deki Esed karşıtı muhaliflere silah transferi için kullanıldığına dair iddialar dile getirilmiştir. 28 Barack Obama, “A New Beginning”, Beyaz Saray, http://www.whitehouse.gov/blog/ NewBeginning/transcripts, (Erişim tarihi: 13 Mart 2021). 29 Obama, “A New Beginning”; Huber, “A Pragmatic Actor”. 30 Amber Phillips, “The 5 Most Serious Accusations from Republicans’ Benghazi Re- port”, The Washington Post, 28 Haziran 2016. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 145 Bingazi’deki konsolosluk saldırısının ayrıntıları muhtemelen hiçbir zaman kamuoyuna yansımayacaktır. Bingazi’ye saldırı fiyaskosu her halükarda Washington’ın Arap Baharı sürecindeki rolünün yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. ABD bu olaydan sonra özellikle “İslamcı” görünümlü muhalif gruplara yaklaşımını değiştirmiş ve bu tarz örgütlere desteğini büyük ölçüde azaltmıştır. Washington yönetimi İslami görünümlü örgüt ve aktörlere desteğini kesmiş ve bu örgütlerle mücadele eden diğer aktörleri ön plana çıkaran politikalar benimse- miştir. ABD’nin Türk ordusunu kendi hedefleri doğrultusunda Suriye savaşına sokma girişimleri başarısız olunca Washington yönetimi bun- dan sonraki dönemde PKK’nın Suriye kolu olan PYD’yi bölgede vekil olarak kullanma ve güçlendirme kararı almıştır. Türkiye’yi ise ılımlı muhaliflere yönelik eğit donat projesiyle oyalamıştır. ABD’nin Arap Baharı sürecinde pozisyonunu değiştiren bir diğer önemli dönüm noktası Başkan Obama’nın 21 Ağustos 2013’te Şam kırsalı Doğu Guta’da sivillere yönelik yapılan kimyasal saldırıya tep- ki göstermemesi olmuştur. Obama Ağustos 2012’de Suriye’de sivillere karşı kitle imha silahlarının kullanımının ABD’nin kırmızı çizgisi ol- duğunu vurgulamıştır. Esed rejimi Guta’da kırmızı çizgiyi aşmasında rağmen Washington yönetimi buna güçlü bir tepki vermemiştir. Bu tavır ABD’nin Suriye rejimine ve destekçilerine yeşil ışık yaktığı şeklin- de yorumlanmıştır. ABD, Suriye devrimine vermiş olduğu desteği çe- kerek Rusya ile nüfuz alanı paylaşımına gitmeyi tercih etmiştir. İran’ın Suriye’deki faaliyetleri de bu olaydan sonra hız kazanmıştır. Obama’nın Suriye’de kırmızı çizgisi aşılmasına rağmen harekete geçmemesinde Suriye muhalefetinin niteliği konusundaki kaygılarının etkili olduğu söylenebilir. İsrail kanadının da Suriye’de İslamcı siyasi aktörlerin etkili olduğu bir siyasi yapılanmaya sıcak bakmadığı iddia edilmiştir. ABD’nin ılımlı muhaliflere olan desteğini kesmesi hem Suriye hem Libya hem de Irak’ta radikal örgütlerin güçlenmesinin önünü açmıştır. Bunun ardından DEAŞ, Nusra Cephesi gibi örgütler sahada güçlerini artırmıştır. Bu gelişme aynı zamanda mücadele bahanesi ile PYD ve 146 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK Şii milis gruplarının da güçlendirilmesine hizmet etmiştir. Arap Baha- rı’nın ve demokrasi talepli devrimlerin iç çatışma ve kaosa sürüklenme- sine neden olan olaylar silsilesi bu şekilde gelişmiştir. Arap Baharı rüzgarının devrim sonrası ortamlarda İslamcı siyasi aktörleri iktidar ortağı yaptığının anlaşılmasından sonra Washington devrimci akımlara ve güçlere vermiş olduğu desteği kesmiştir. ABD’nin frene basması ise devrim karşıtı güçleri cesaretlendirmiştir. Bu gelişme aynı zamanda Suudi Arabistan ve BAE gibi karşı devrimci rejimleri de cesaretlendirmiştir. Libya’da da Kaddafi’nin devrilmesiyle ortaya çıkan yeni siyasi sistem istikrar üretememiştir. Radikal bazı gruplar bahane edilerek Libya’da devrim karşıtı güçler devreye sokulmuştur. Tunus, Mısır, Libya ve Yemen gibi devrimcilerin başarılı olduğu ülkelerde devrim sonrası siyasi yapıda İhvan ile bağlantılı siyasi aktörler etkili oldukları için bu aktörler baskılanmaya ve radikallik bahanesiyle gay- rimeşru hale getirilmeye çalışılmıştır. ABD’nin çekimser davranması aynı zamanda Rusya’nın bölge denkleminde daha aktif bir rol oyna- masının önünü açmıştır. Rusya’nın Eylül 2015’te İran’ın davetiyle Esed rejiminin yanında Suriye’deki iç savaşa dahil olması ise savaşın ve Arap isyanlarının kaderini tamamen değiştirmiştir. ABD SON OLARAK NEREDE KARAR KILDI: KAFA KARIŞIKLIĞI MI PRAGMATİK TERCİH Mİ? ABD’nin ve Avrupalı müttefiklerinin bölgedeki demokratik dönüşüm talebine destek vermemesi karşı devrimci cephenin sahadaki etkinlik- lerini artırmıştır. Bu aktörler de Rusya, Fransa, Mısır ve birtakım Av- rupalı aktörlerle iş birliği yaparak devrimci güçleri ve devrim sonrası seçimle işbaşına gelen siyasi aktör ve yapıları tasfiye etmeye çalışmıştır. Devrim sonrası seçimle iş başına gelen aktörler kısa sürede devrim kar- şıtı basınçla itibarsızlaştırılmıştır. Başta ABD olmak üzere Batılı aktör- ler ise demokratik süreçlerle iş başına gelen kesimlere yeterince destek vermedikleri gibi devrim karşıtı aktörlerle iş birliklerini yoğunlaştır- mıştır. ABD’nin Arap Baharı ile ilgili tavrı kuşkusuz Avrupalı siyasi ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 147 aktörlerin tavrının benimsenmesinde etkili olmuştur. Avrupa devlet- leri istikrarsızlaşmış Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinden gelen göç dalgasından etkilenmelerine karşın sürece askeri açıdan müdahil olma konusunda çekimser davranmışlardır. Bu çekimserlikte en büyük etken Washington yönetiminin Arap Baharı sürecine dair tutarsız tavrının rolüdür. Avrupalı siyasi aktörler Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine dair özgürlük gündemi yerine güvenlik ve istikrar gündemini tercih etmişlerdir. ABD devrimleri destekleme konusunda daha belirgin bir tavır takınmış olsaydı Avrupalı siyasi aktörler de daha destekleyici bir tavır belirleyebilirlerdi. ABD’nin yaklaşımları Avrupalı siyasi aktörlerin tavırlarının belirlenmesinde de önemli rol oynamıştır. Yukarıda geliş- tirdiğimiz çerçevenin ve temel argümanların anlaşılması için ABD’nin Arap Baharı’ndan etkilenmiş ülkelere ikili ilişkiler bağlamında yakla- şımlarını incelemek yerinde olacaktır. ABD’nin Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn ve Suriye ile bu süreçte geliştirdiği ilişki ve dış politika karar- ları hem bölgeye yönelik geleneksel Amerikan dış politika öncelikleri- nin ne kadar belirleyici olduğunu hem de demokratikleşme söylemi ile ulusal çıkar gerilimini anlamak için önemlidir. TUNUS Arap Baharı’nın fitilini ateşleyen kıvılcımın 17 Aralık 2010’da Tunus’ta parladığını göz önüne alacak olursak bu devrimler silsilesine özellikle bölge dışı aktörlerin ilk yaklaşımlarını anlamamıza bu Akdeniz ülkesi- nin yardımcı olacağını söyleyebiliriz. Muhammed Buazizi’nin başlattı- ğı olayların gelişimi Tunus’ta hem siyasetçilerin hem akademisyenlerin tahmin edemediği bir seyir izlemiştir. Özellikle Buazizi’nin hastanede vefatı sonrası artan halk gösterileri ülkeyi yirmi üç senedir baskı reji- miyle yöneten Zeynelabidin Bin Ali’nin 14 Ocak 2011’de Suudi Ara- bistan’a kaçmasıyla neticelenmiştir. Birkaç ay sonra 11 Ekim 2011’de Tunus tarihindeki ilk serbest seçimler neticesinde İslamcı Nahda Partisi birinci olurken demokratik Tunus Meclisi de vücuda gelmiştir. Meclis 11 Aralık’ta ülkenin devrim sonrası ilk demokratik anayasasını oluştur- 148 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK du. İlerleyen yıllarda devrim sonrası tabii olan bazı çalkantılar yaşasa da Tunus demokrasinin tahkim edilmesi noktasında ciddi adımlar atmış- tır. ABD merkezli bir kuruluş olan Freedom House 2015’te Tunus’u “özgür ülkeler” kategorisine dahil etmiştir. Böylece Tunus Arap dünya- sından bu kategoriye giren ilk ülke olmuştur. Tunus’taki devrim süreci ABD’nin Arap Baharı’na yaklaşımına dair önemli ipuçları vermektedir. Tunus’ta takip ettiği politikalara baktığımızda öncelikle şunu ifade edebiliriz ki Amerikan yönetimi böyle bir devrimin başarıya ulaşacağını öngörememiştir. Yine ben- zer şekilde Arap Baharı sürecini ABD’nin başlatıp yönettiğine dair iddialar da Washington’ın özellikle ilk haftalarda takip ettiği politi- kalarla bağdaşmamaktadır. ABD, kitlesel gösterilerin başladığı Aralık’tan itibaren Tunus’taki sürece dair ciddi bir açıklama yapmamış ve halk taleplerini destekle- me istikametinde herhangi bir teşebbüste bulunmamıştır.31 Bin Ali’nin ülkeyi terk etmek zorunda kalmasından bir hafta öncesine kadar döne- min Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Tunus’taki olaylarda taraf olma- dıklarını açıklamıştır. Gösterilerde rejim tarafından öldürülen siviller sebebiyle de Washington yönetimi Tunus rejimini kınayan herhangi bir açıklama yapmamıştır. Bin Ali’nin baskıcı rejimine, insan hakları ihlal- lerinin mahiyetine, temel hak ve özgürlüklerin ne kadar daraltıldığına dair ayrıntılı bilgiyi haiz olan ABD’nin tüm bu problemlere rağmen Tunus halkının haklı taleplerine dair bu tutumu manidardır.32 Esasında bu durum ABD’nin baskıcı rejimlerle olan ilişkisinin anlaşılmasına da ışık tutmaktadır. Bin Ali baskı rejimine rağmen Washington yönetimi tarafından müttefik bir yönetici olarak kabul edilebilmiştir. Arap Baharı’nı başlatan bu ilk ülkeye dair politikası aslında Ame- rikan dış politikasının geleneksel ikilemlerinden birine de örneklik teşkil etmektedir. ABD’nin ulusal menfaatleri ile temsil etme iddia- 31 Steven Heydemann, “America’s Response to the Arab Uprisings: US Foreign Assistance in an Era of Ambivalence”, Mediterranean Politics, Cilt: 19, Sayı: 3, (2014), s. 309. 32 Daoud, “North America’s Response to the Tunisian and Egyptian Uprisings”, s. 625. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 149 sında bulunduğu değerler arasındaki gerilim olarak ifade edebileceği- miz bu ikilem Tunus örneğinde (ve aşağıda tartışacağımız gibi daha sonra diğer Arap Baharı ülkelerinde) kendisini göstermektedir. Bir taraftan liberal demokratik düzen fikrini savunan, özgürlükçülüğü önemseyen bir profil çizmek isteyen ABD diğer taraftan ulusal çıkar- ları söz konusu olduğunda farklı zamanlarda bu idealler ile örtüşme- yen politik hamleler yapagelmektedir. Tunus’taki demokratik talepler ile müttefik bir diktatör olarak Bin Ali arasında da Washington bu gerilimi yaşamıştır. Dönemin Amerikan başkanı Obama ancak Bin Ali’nin ülkesini terk etmesi sonrası demokratikleşme taleplerine ciddi desteğini açıkla- mıştır.33 Obama Tunus halkının devrim mücadelesi hakkında “Amerika Birleşik Devletleri Tunus halkıyla birliktedir ve tüm Tunus toplumu- nun demokratik hedeflerini desteklemektedir” şeklinde konuşmuştur.34 Demokratik seçimler sonrası birinci parti olan Nahda’yı meşru ikti- dar olarak gören ABD, Tunus yönetimiyle ilişkisini sürdürmüş ve şu ana kadar ikili ilişkilerde ciddi bir kriz yaşanmamıştır. Devrim sonra- sı dönemde ABD, USAID (Birleşik Devletler Uluslararası Kalkınma Ajansı) vasıtasıyla demokratik konsolidasyon için Tunus’a yaklaşık 300 milyon dolarlık yardımda bulunmuştur.35 Tunus’a yönelik Arap Baharı sonrası Amerikan dış politikasının bu şekilde gelişmesinin bir sebebi- nin de Tunus’ta ABD’nin ciddi stratejik menfaatlerinin bulunmama- sı olduğunu söyleyebiliriz.36 Tunus, devrim öncesi her ne kadar Batı müttefiki de olsa ABD’nin Ortadoğu’ya dair ciddi stratejik hesapları içerisinde Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelere kıyasla ikincil derece- de kalmaktadır. 33 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 63. 34 Maria do Ceu de Pinho Ferreira Pinto, “Mapping the Obama Administration’s Response to the Arab Spring”, Revista Brasileira de Politica Internacional, Cilt: 55, Sayı: 2, (2012), s. 112. 35 Mark L. Haas, “The Arab Uprisings from the US Perspective”, The Middle East and the United States, ed. David W. Lesch ve Mark L. Haas, (Routledge, New York: 2018), s. 427. 36 Gamal M. Selim, “The United States and the Arab Spring: The Dynamics of Political Engineering”, Arab Studies Quarterly, Cilt: 35, Sayı: 3, (2013), s. 261. 150 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK MISIR Tunus devriminin başarıya ulaşmasının akabinde bölgesel devrim ate- şi Mısır’a sıçradı. 25 Ocak’ta Kahire’de başlayan gösteriler kısa süre- de Mısır’ın birçok şehrine yayıldı. Milyonlarca Mısırlı içinde yaşadığı şartları protesto etmek için sokaklardaydı. Protestoların odak noktasını oluşturan Tahrir Meydanı milyonlarca insana ev sahipliği yaptı. Pro- testocuların demokrasi talebinde öncelikli hedefleri otuz senedir ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek’ti. Eylemlerin özellikle ilk günlerinde güven- lik güçlerinin protesto yapan sivillere saldırması sonucu ülkenin birçok noktasında kan döküldü. Fakat on yedi günlük bir direnişin ardından Mübarek devlet başkanlığı vazifesinden 11 Şubat itibarıyla istifa etti. Ülkenin idaresine dair yetkiyi ise Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyine bıraktığını açıkladı. Mayıs ve Haziran aylarında iki turlu olarak ya- pılan başkanlık seçimi neticesinde Mısır Cumhuriyeti’nin demokratik seçimle göreve gelen ilk lideri Muhammed Mursi oldu. Meclis seçim- lerinde de Müslüman Kardeşler teşkilatının partisi Hürriyet ve Adalet Partisi birinci, selefi Nur partisi ise ikinci oldu. Fakat Müslüman Kar- deşler iktidarı Mısır ordusunun darbesiyle Temmuz 2013’te devrildi ve ülke tekrar askeri yönetimin altına girmiş oldu. ABD’nin Mısır’daki devrim süreci ve sonrasında takip ettiği dış po- litikaya baktığımızda sürecin Tunus devriminin ilk günleriyle benzerlik arz ettiğini görürüz. Protestoların başladığı 25 Ocak 2011 günü döne- min ABD Dışişleri Bakanı Clinton Mısır’daki siyasi yapının istikrarlı olduğunu ifade etmiştir.37 Protestoların ilk üç günü ABD cenahından Mısır toplumunun demokrasi ve özgürlük taleplerini destekleyen ciddi bir açıklama yapılmamıştır.38 Bu durumu Mübarek’in ABD için Or- tadoğu’da önemli bir müttefik olduğunu hatırlamak suretiyle anlam- landırabiliriz. Washington yönetiminin Ortadoğu siyasetinin önemli parametreleri olan İsrail’in güvenliği, petrol sevkiyatı ve terörle müca- 37 Daoud, “North America’s Response to the Tunisian and Egyptian Uprisings”, s. 630. 38 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 63. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 151 dele gibi alanlarda Mübarek otuz yıl boyunca ABD için güvenilir bir isim olmuştur. Belki de bu yüzden protesto gösterileri sürerken bir soru üzerine dönemin ABD başkan yardımcısı (ve şu anki başkanı Biden) Mübarek’ten bir diktatör olarak söz edilemeyeceğini ifade etmiştir.39 Protestoların artması ve ibrenin devrim lehine dönmeye başlaması üzerine ABD Başkanı Obama bir geçiş stratejisinin gerekli olduğuna ka- naat getirmiş olacak ki Ocak’ın sonlarında eski Kahire büyükelçisi Wis- ner’ı Mübarek’e göndermiş ve Mübarek’in ülkenin istikrarını bozmadan bir dönüşümü başlatmasını istemiştir.40 1 Şubat 2011’de Mübarek bir daha başkanlığa aday olmayacağını ve Eylül’de seçimlere gidileceğini ilan etse de bu durum Tahrir Meydanı’ndaki eylemcileri teskin etmeye yetmemiştir. Mübarek sonrası dönemde Washington yönetimini kay- gılandıran en önemli unsur İslamcı aktörlerin Mısır’ın yönetiminde söz sahibi olma ihtimalleri ve bu durumun (yukarıda değindiğimiz) ABD’nin Ortadoğu’daki temel hassasiyetleri açısından meydana getire- ceği sonuçtur.41 Bu kaygı Amerikan yönetiminde de Mısır’la ilgili takip edilecek politikada bir fikir ayrılığı oluşturmuştur. Müslüman Kardeşler iktidarının demokratik seçimler neticesinde başlamasıyla beraber Obama yönetimi seçim günü iktidarı tebrik et- miş, seçim sonuçlarını meşru kabul ettiğini açıklamış ve yeni iktidarla diplomatik temaslara başlamıştır.42 Fakat Washington-Kahire ilişkisi- nin geleneksel olarak bel kemiğini oluşturan kurumun Mısır ordusu olduğunu göz önüne aldığımızda Pentagonun tavrının Beyaz Saraydan farklı olduğunu söyleyebiliriz.43 Bir taraftan Obama ve Beyaz Sarayda- ki danışmanları Arap Baharı sürecini 1989 Doğu Avrupa devrimlerine benzetirken dışişleri bakanları Clinton, Kerry ve Pentagon yaşananla- 39 Daoud, “North America’s Response to the Tunisian and Egyptian Uprisings”, s. 630. 40 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 63. 41 Spyridon N. Litsas, US Foreign Policy in the Eastern Mediterranean: Power Politics and Ideology under the Sun, (Springer International Publishing, İsviçre: 2020), s. 124 42 Pierre M. Atlas, “U.S. Foreign Policy and the Arab Spring: Balancing Values and Inte- rests”, Digest of Middle East Studies, Cilt: 21, Sayı: 2, (2012), s. 367. 43 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 70. 152 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK rın daha çok 1979 İran’ına benzediği kanaatindedir.44 Bu ikinci kanaat ABD’nin geleneksel dış politikasına ve bunu sürdüren müesses nizama daha uygun olduğundan daha sonraki hadiseler bu çizginin tercihleri doğrultusunda şekillenmiştir. Bunun tipik göstergesi Temmuz 2013’te Mısır ordusunun darbey- le seçilmiş iktidarı devirmesi sonrasındaki Amerikan dış politikasıdır. Amerikan başkanının Arap Baharı sürecinde dile getirdiği demokrasi taraftarlığı, insan hakları ve özgürlükler vurgusu, ABD’nin halkların haklı taleplerinin yanında olduğu gibi söylemler daha hafızalarda ta- zeyken darbeyle iktidara gelmiş bir yönetime sadece geçici bazı yaptı- rımlar uygulamakla yetinmesi manidardır. Daha da trajikomik olanı ise Washington yönetiminin Mısır’da vuku bulan hadiseye darbe denilip denilmeyeceği tartışmasını yapmasıdır. Darbe iktidarlarına askeri yar- dımın ABD yasalarına göre zor olması sebebiyle Washington yönetimi yaşananları “yönetimi devralma” olarak nitelendirmiştir.45 Ordunun Rabia Meydanı’ndaki sivillere yönelik uyguladığı katliamdan sadece bir hafta sonra Dışişleri Bakanı John Kerry bir adım ileriye giderek aslında ordunun demokrasiyi restore ettiğini iddia etmiştir.46 Darbe sonrası Washington-Kahire ilişkilerinin eski seyrine döndü- ğünü söyleyebiliriz. Zira yıllık 1,5 milyar dolarlık ABD yardımının Mı- sır’a aktarılması sürmüştür. 2013’te Obama’nın dondurduğu silah ak- tarımı ise 2015 itibarıyla tekrar uygulamaya konmuştur.47 Tüm bunlar Mısır’daki insan hakları ihlallerinin artmasına rağmen vuku bulmuştur. Trump döneminde de Sisi ile iyi ilişkiler sürmüş ve demokrasi ile insan haklarına dair ABD cenahından herhangi bir talep dile getirilmemiştir.48 44 Litsas, US Foreign Policy in the Eastern Mediterranean, s. 125; Pinto, “Mapping the Obama Administration’s Response to the Arab Spring”, s. 115. 45 Heydemann, “America’s Response to the Arab Uprisings”, s. 303. 46 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 64; Shadi Hamid, “Islamism, the Arab Spring, and the Failure of America’s Do-Nothing Policy in the Middle East”, The Atlantic, 9 Ekim 2015. 47 Haas, “The Arab Uprisings from the US Perspective”, s. 427. 48 David W. Lesch, The Middle East and the United States: History, Politics, and Ideologies, 6. Baskı, ed. Mark L. Haas, (Routledge, New York: 2018), s. 435. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 153 LİBYA Mısır’da Mübarek’in istifasından dört gün sonra 15 Şubat 2011’de komşu ülke Libya’da da sokak gösterileri başladı. Muammer Kadda- fi’nin yönetimini devirmek isteyen ve daha önce Tunus ve Mısır’daki olaylardan ilham aldığını tahmin edebileceğimiz şekilde halk, binlerce Libyalının katılımıyla Bingazi’de sokaklara döküldü. Fakat Kaddafi’ye bağlı güvenlik güçleri göstericilere karşı daha acımasızdı. Mart’a gelin- diğinde ülke artık bir iç savaşın içine sürüklenmişti. Ülkenin doğusunu kontrol eden devrimciler ile Trablus’u elinde tutan rejim güçleri ara- sında yaşanan çatışma Kaddafi lehine ilerlerken NATO destekli ulus- lararası bir müdahale ile Kaddafi güçleri zayıflatıldı. Ağustos 2011’de devrimcilerin eline geçen Trablus’un ardından Ekim’de Kaddafi de Sir- te’de öldürüldü. ABD’nin Libya’daki olaylara yaklaşımı Tunus’tan da Mısır’dan da farklılık arz etmektedir. Gamal Selim’e göre Tunus ve Mısır’da elinden kaçırdığı demokratik devrimlere sahip çıkma fırsatını heba etmek iste- meyen ABD, Libya’da diğer Arap Baharı ülkelerinde hiç uygulamadığı bir politika tatbik etmiştir.49 Mart’ta Kaddafi’ye bağlı güçlerin Binga- zi’ye yaklaşması ve Kaddafi’nin eylemcileri açıktan katliam ile tehdit etmesi sonrası ABD, Libya’ya müdahale etmek için harekete geçmiştir. Fakat gerçekleştireceği operasyonda tek başına hareket etmeyi tercih etmeyen ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararı talep etmiş ve operasyonu bir NATO müdahalesi şeklinde gerçekleştir- miştir.50 17 Şubat 2011’de BMGK’den çıkan 1973 sayılı Karar Lib ya’da herhangi bir insani felaketin yaşanmasını engellemeye yönelik olarak alınmıştır. Karardan iki gün sonra Odyssey Dawn operasyonu başlatıl- mış ve NATO’ya bağlı uçaklar Kaddafi güçlerini bombalamıştır. Her ne kadar BMGK kararı muhtemel bir müdahaleyi sadece insani yar- dım ile sınırlıyor olsa da Washington yönetimi operasyonu bir rejim 49 Selim, “The United States and the Arab Spring”, s. 263. 50 Atlas, “U.S. Foreign Policy and the Arab Spring: Balancing Values and Interests”, s. 369. 154 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK değiştirme girişimine çevirmiştir. ABD’nin bu hedefi sadece havadan müdahale ile sınırlanmamış, yönetimin zımni onayı ile BAE ve Katar sahada mücadele eden devrimcileri eğitme ve donatma sürecini başlat- mışlardır.51 10 Nisan 2011’de Afrika Birliği’nin önerdiği ateşkes planı Kaddafi yönetimi tarafından kabul edilmişse de ABD bu öneriyi red- detmiş ve diğer NATO üyesi katılımcı ülkelerle operasyonu sürdürme kararı almıştır.52 Amerikan yönetiminin bu şekilde bir rejim değişikliği hedefiyle topyekun müdahalede bulanmasının bir sebebi Gamal Selim’in dediği gibi Tunus ve Mısır’da kaçan fırsatı değerlendirmek olabilir. Fakat daha muhtemel sebepler Washington-Kaddafi ilişkisinde Libya’nın stratejik öneminde ve (yukarıda değindiğimiz) çıkar-ideal ikileminde aranabilir. Bin Ali ve Mübarek’in aksine Kaddafi, Washington yönetimiyle ittifak halinde bir diktatör değildir. Litsas’a göre ABD 1988’de yaşanan Pan Am 103 uçağı faciasını ve Libya derin devleti tarafından desteklenen terör faaliyetlerini hiç unutmamış.53 Benzer şekilde Arap Baharı’nı daha önce tecrübe eden ülkelerin aksine Libya’nın zengin petrol rezerv- leri stratejik önemi haizdir.54 Son olarak böyle bir müdahale ABD’ye “ulusal çıkar-demokratik idealler” geriliminde iki hedefi de aynı anda sağlama imkanı vermiştir.55 ABD böylece kamuoyu nezdinde zalim bir diktatörün halkına yapacağı katliamı engellemiş bir süper güç rolünü de oynamıştır. ABD’nin özelde Libya genelde ise Arap Baharı ile ilişkisini etki- leyen önemli dönüm noktalarından biri Eylül 2012’de yaşanmıştır. Libya’daki ABD Büyükelçiliği Ensar’ul-Şeria adlı örgüt tarafından 51 Andreas Krieg, “Externalizing the Burden of War: The Obama Doctrine and US Fore- ign Policy in the Middle East”, International Affairs, Cilt: 92, Sayı: 1, (2016), s. 106. 52 Selim, “The United States and the Arab Spring”, s. 264. 53 Litsas, US Foreign Policy in the Eastern Mediterranean, s. 131. 54 Ahmed Zohny, “American Foreign Policy and Diplomacy During and after the Arab Spring, the Challenge of Democratization & the Legacy of President Obama’s Administrati- on”, International Relations and Diplomacy, (Temmuz 2017), s. 386. 55 Pinto, “Mapping the Obama Administration’s Response to the Arab Spring”, s. 117; Atlas, “U.S. Foreign Policy and the Arab Spring: Balancing Values and Interests”, s. 354. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 155 saldırıya uğramış ve bu saldırıda Amerikalı büyükelçi Christopher Stevens ve üç Amerikan vatandaşı hayatını kaybetmiştir. Bu hadise- nin 11 Eylül’de vuku bulması Amerikan toplumsal psikolojisinde etki bırakmıştır.56 (Yukarıda belirttiğimiz gibi) bu hadisenin ABD’nin bölgedeki eylemler silsilesine daha güvenlikçi bir perspektiften bak- masına sebep olduğunu söyleyebiliriz. Kaddafi’nin düşüşü sonrası ABD, Libya’daki sürecin istikrarlı bir demokrasiye dönüşmesi noktasında çok inisiyatif almamıştır.57 Halife Hafter’e bağlı kuvvetler ile Ulusal Geçiş Hükümetine bağlı güçlerin mücadelesi devam ederken Libya halen bölünmüş bir ülke özelliğini sürdürmektedir. BAHREYN Arap Baharı’nın devrimci dalgası Bahreyn’de 13 Şubat 2011’de ken- disini gösterdi. Değişim talep eden Bahreynliler içinde yaşadıkları şartları protesto etmek amacıyla sokaklara döküldü. Bahreyn güvenlik güçleri şiddet kullanarak göstericilere müdahale etti. Özellikle “Kanlı Perşembe” olarak anılan 17 Şubat günü Bahreyn polisinin meydanda uyuyan göstericilere saldırması neticesinde 74 kişi hayatını kaybetti, 600 kişi yaralandı. Fakat bu durum gösterilerin azalmasını sağlama- dı. 22 Şubat’ta tarihinin en kalabalık gösterilerinden birine şahit olan Bahreyn’de halkın yaklaşık yüzde 35’i sokaklardaydı. Demokrasi talep- lerinin rejim için tehdit edici boyutlara ulaştığını düşünen Bahreyn, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi Suudi Arabistan ve BAE’ye bağlı güvenlik güçlerini ülkeye davet etti. 14 Mart’ta 4 bin Suudlu asker ve 5 yüz BAE’li polis ülkeye giriş yaptı. Eylemcilerin toplandıkları ana mekan olan İnci Meydanı (Pearl Roundabout) güvenlik güçleri tarafın- dan dağıtıldı. Çok sayıda tutuklama ile neticelenen müdahale sonrası Bahreyn’deki Arap Baharı eylemleri büyük ölçüde son bulmuş oldu. 56 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 61. 57 Colin Dueck, The Obama Doctrine: American Grand Strategy Today, (Oxford Univer- sity Press, New York: 2015), s. 82. 156 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK Amerikan dış politikası açısından baktığımızda Arap Baharı’nın Bahreyn ayağı (yukarıda analiz ettiğimiz) Libya vakasından çok farklı olmuştur. Eylemciler safında askeri müdahalenin kullanıldığı Libya’ya zıt olarak Bahreyn’de ABD yönetimi retorik ve sembolik birkaç hamle dışında demokratik devrim taleplerini desteklememiştir.58 Eylemcilere yapılan kanlı müdahaleler sonrası Washington yönetimi Bahreyn yö- netimine itidal çağrısında bulunarak temel hak ve hürriyetlerin çiğ- nenmemesi gerektiğini dillendirmiştir.59 Sözlü ikazlara ek olarak ABD, Bahreyn’le yapacağı bir silah satış anlaşmasını Ekim 2011’de durdur- muştur. Fakat bu kısıtlama yedi ay sürmüş ve Mayıs 2012 itibarıyla silah satışı tekrar onaylanmıştır.60 Bu tarihten sonra da Bahreyn’le iliş- kiler eski seyrine dönmüştür. ABD açısından böyle bir eylem planının önemli birkaç gerekçesi olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan ilki Körfez güvenliğinin stratejik önemidir.61 Körfez enerji hatlarının korunmasını önemli bir dış po- litika hedefi olarak öteden beri belirlemiş olan Washington bu bölge- deki istikrarsızlığın çıkarlarına zarar vereceğini düşünmektedir. Benzer şekilde Körfez’deki geleneksel monarşilerin ABD ittifak sistemindeki yerlerini koruması ve İsrail’in güvenliğine bu şekilde katkıda bulun- ması da Washington’ın kararında belirleyici rol oynamıştır.62 Ayrıca Bahreyn nüfusunun yüzde 70’inin Şii olduğunu göz önüne alırsak ül- kedeki muhtemel bir rejim değişikliğinin bölgede İran lehine sonuçlar doğuracağı da ABD (ve İsrail) için bir tehdit unsuru olarak görülmüş- 58 Selim, “The United States and the Arab Spring”, s. 268; Haas, “The Arab Uprisings from the US Perspective”, s. 410. 59 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 65; Atlas, “U.S. Foreign Policy and the Arab Spring”, s. 362; Daniel Byman, “Explaining the Western Response to the Arab Spring”, Journal of Strategic Studies, Cilt: 36, Sayı: 2, (2013), s. 291. 60 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 65; Atlas, “U.S. Foreign Policy and the Arab Spring”, s. 376. 61 Colin ve Lynch, “Strategy after the Arab Uprisings”, s. 56. 62 Zohny, “American Foreign Policy and Diplomacy During and after the Arab Spring, the Challenge of Democratization & the Legacy of President Obama’s Administration”, s. 383. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 157 tür. Son olarak ABD’nin Suudi Arabistan’ın hilafına daha fazla bir ey- lemde bulunmamak istemesini de sayabiliriz. Washington yönetiminin söylem seviyesinde Arap Baharı’nı desteklemesi ve aksiyon seviyesinde de Hüsnü Mübarek’i korumaması ABD-Suudi Arabistan ilişkilerinde gerilim üreten noktalar olmuştur.63 Suud’un etki alanı içerisinde de- ğerlendirdiği Bahreyn’de kendisi için ulusal güvenlik tehdidi olarak al- gılanan bir konuda kesin aksiyon alması Washington-Riyad ittifakını daha fazla krize sokacaktı.64 Tüm bunlar ışığında ABD’nin Bahreyn’e yaklaşımında stratejik çıkarlarını öncelemek suretiyle hareket ettiğini iddia edebiliriz. Trump yönetimi de bu tutumunu sürdürmüş hatta bir adım da öteye geçerek selefinin söylem düzeyindeki demokrasi ve insan hakları vurgusunu terk ederek bölgenin baskıcı rejimleri ile sorunsuz bir ittifak modelini benimsemiştir.65 SURİYE Arap Baharı’nın en kanlı coğrafyalarından biri Suriye oldu. 15 Mart 2011’de başlayan gösterilerde Suriye halkı Arap Baharı devrimlerin- de sokağa çıkan diğer komşu halkların taleplerine benzer talepler dile getirdiler. Fakat Esed rejiminin protestolara sert tepkisi iç karışıklığın büyümesine ve nihayetinde iç savaşa dönüşmesine sebebiyet verdi. Su- riye toprakları rejim ve farklı isyancı gruplar arasında fiilen bölünmüş bir hal aldı. Ülke içindeki bu farklı aktörler şüphesiz farklı uluslararası aktörlerin destekleri ile pozisyonlarını savundular. Rusya ve İran’ın re- jim lehine müdahil olduğu mücadelede Körfez ülkeleri, Türkiye, AB ve ABD direnişçileri destekledi. Bu bölünmüş ortam DEAŞ gibi örgütle- rin büyümesi için de uygun bir zemin teşkil etti. 63 Gregory Gause, “The Future of U.S.-Saudi Relations: The Kingdom and the Power”, Foreign Affairs, Cilt: 95, Sayı: 4, (2016), s. 118. 64 Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 71; Roberst Mason, “The Obama Administration and the Arab Spring: Waiting for a Doctrine”, The International Politics of the Arab Spring, (Ocak 2014), s. 51; Pinto, “Mapping the Obama Administration’s Response to the Arab Spring”, s. 110. 65 Lesch, The Middle East and the United States, s. 435. 158 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK Suriye, Amerikan dış politikası açısından Arap Baharı konusundaki söylem ve eylem arasındaki makası yansıtan bir örnek olarak değer- lendirilebilir. Eylemlerin başladığı Mart 2011’de ABD Dışişleri Bakanı Clinton, Esed’den “muhtemel bir reformcu” olarak söz etmiştir.66 Ma- yıs 2011’de Obama, Esed’in halen bir değişime liderlik edebileceğini ifade etmiştir.67 İlerleyen aylarda ise rejimin gerçekleştirdiği sivil katli- amlar Esed’e olan yaklaşımın değişmesini zorlamıştır. Ve nihayetinde Obama Ağustos’ta Esed’in koltuğunu bırakması gerektiğini açıklamış- tır.68 BMGK’de Rusya ve Çin sebebiyle Suriye karşıtı bir kararın alı- namaması Esed’in gitmesini savunan ülkelerin “Suriye’nin Dostları” adıyla bir araya gelmesiyle neticelenmiştir. İlk toplantısını 24 Şubat 2012’de Tunus’ta yapan grup ABD’nin bir rejim değişikliği için daha fazla müdahalede bulunacağını tahmin ediyordu.69 Fakat (aşağıda de- ğineceğimiz gerekçeler sebebiyle) bu beklentiler Washington yönetimi tarafından karşılanmamıştır. ABD Aralık 2011’de muhalefetin oluşturduğu hükümeti meşru hü- kümet olarak tanımıştır. Ayrıca Özgür Suriye Ordusu’na yönelik eğit-do- nat faaliyetleri kapsamında belli bir yatırım yapmıştır.70 Washington yö- netiminin ilerleyen dönemlerde Suriye içerisindeki gruplardan PKK’nın Suriye kolu PYD ile hareket ettiğini gözlemlemekteyiz. ABD’nin bu tercihi hem Türkiye hem de muhalefete daha fazla destek vermesini bekleyen Suudi Arabistan gibi Körfez ülkeleri için rahatsız edici bu- lunmuştur. ABD’nin Suriye’deki olaylara yönelik hamlelerinde rejimin kimyasal silah kullanımı bahsedilmesi gereken bir diğer husustur. Esed rejiminin kimyasal silah kullandığı iddialarına karşın Ağustos 2012’de 66 Elliott Abrams, Realism and Democracy: American Foreign Policy after the Arab Spring, (Cambridge University Press, New York: 2017), s. 174; İronik bir durumdur ki Esed de Arap Baharı’nın komşu ülkelerde başladığı günlerde Suriye’nin stabil olduğunu, protesto dalgala- rının ülkesine uğramayacağını ve bunun sebebinin de yönetim ile halkın yakınlığı olduğunu iddia etmiştir. 67 Haas, “The Arab Uprisings from the US Perspective”, s. 411. 68 Pinto, “Mapping the Obama Administration’s Response to the Arab Spring”, s. 120. 69 Litsas, US Foreign Policy in the Eastern Mediterranean, s. 142. 70 Krieg, “Externalizing the Burden of War”, s. 107. ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 159 Başkan Obama böyle bir saldırının ABD’nin kırmızı çizgisi olduğunu ve çok ciddi sonuçları olacağını açıklamıştır.71 Ağustos 2013’te ise Esed yönetimi ciddi bir kimyasal silah saldırısı gerçekleştirmiştir. Obama yö- netimin askeri müdahalede bulunacağı beklentisi çatışmanın tarafların- da oluşmuş olsa da Moskova yönetiminin önerdiği Esed’in silahları tes- lim etmesi senaryosuna Washington ikna olmuştur. Bu durum aslında ABD açısından zevahiri kurtarmak olarak değerlendirilebilir.72 ABD’nin Suriye politikasının gerekçeleri düşünüldüğünde birkaç husus karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi Obama’nın Ameri- kan askerilerinin dahil olacağı Irak ve Afganistan benzeri yeni bir savaşa bulaşmak istememesidir.73 Hem Amerikan halkı böyle bir duruma sıcak bakmamaktadır hem de Amerikan ekonomisi böyle bir girişim için uy- gun durumda değildir. Fakat bu talep tek başına Washington’ın karar- larını açıklamaya yetmez. Zira Amerikan askerlerinin sahada olmadığı ve maliyetin paydaş devletler (başta Körfez ülkeleri olmak üzere) ile paylaşıldığı bir senaryo da pekala mümkündü. Bu noktada Suriye’nin daha çok Rusya’nın etki alanına girdiği gerçeğinin ABD tarafından da kabul edildiğini söyleyebiliriz. ABD, Suriye’deki dönüşüm için Rusya ile karşı karşıya gelmeyi tercih etmemiştir. Bir diğer husus ise özellikle Libya’daki ABD Büyükelçiliği saldırısı sonrası Amerikan yönetiminin Arap Baharı hareketliliğine radikalleşme ve terör paradigması içinden bakmasıdır.74 Bu minvalde ABD Suriye’deki önceliğini DEAŞ ile mü- cadeleye yoğunlaştırmış ve bunu yaparken de sahada seküler aktörler- le hareket etmeyi tercih etmiştir. Suriye muhalefetinin ağırlıklı olarak İslamcı çizgide olması Washington yönetimi tarafından şüphe sebebi olarak görülmüştür.75 71 Haas, “The Arab Uprisings from the US Perspective”, s. 411. 72 Nawal Naghafi’ye göre Esed 2014-2018 arasında 106 kez kimyasal saldırı gerçekleştir- miştir. Bkz. Litsas, US Foreign Policy in the Eastern Mediterranean, s. 145. 73 Dueck, The Obama Doctrine, s. 85. 74 Huber bu durumu Mursi’nin darbeyle devrilmesine ve Esed’in kimyasal silah kullan- masına da bağlamaktadır. Bkz. Huber, “A Pragmatic Actor”, s. 62. 75 Haas, “The Arab Uprisings from the US Perspective”, s. 411. 160 / ARAP DEVRİMLERİ: DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK ABD’NİN BÖLGE SİYASETİNDE DEĞİŞİM ROLÜ ABD’nin bölgedeki hegemonyası Irak ve Afganistan işgalleri sonrası ortaya çıkan istikrarsızlık ve karmaşanın ardından sona ermiştir. ABD tek başına bölge siyasetini ve bölgesel aktörleri şekillendirme kapasite- sine sahip olmadığı gerçeğiyle yüzleşmek durumunda kalmıştır. Ortak bir düşman algısı ve ortak bir güvenlik kaygısının olmadığı bir ortamda bölge aktörleri ABD’nin bölgeyi tamamen kontrol etmesine karşı tavır sergilemiştir. Arap Baharı özelinde ortaya çıkan asıl sorun ABD’nin hegemon- yasını sürdürmek için atacağı riskli adımların neler olabileceği değil bölgeden kademeli olarak çekilmesiyle ortaya çıkacak güç boşluğunun ne şekilde ve hangi aktörler tarafından dolduracağıdır. Bu konu Arap isyanlarının geleceği ve bölgede yeni oluşmaya başlayan yeni ittifakla- rın belirlenmesi açısından kilit öneme sahiptir. Türkiye, Katar, Rusya ve İran gibi bazı aktörler ortaya çıkan bu güç boşluğunu kendi nüfuz alanlarını genişletmek için değerlendirilebilecek bir imkan olarak gör- mektedir. İsrail, Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn gibi aktörler ise ABD’nin bölgeden çekilmesiyle ortaya çıkabilecek güç boşluğunun kendi aleyh- lerine doldurulabilmesini varoluşsal bir risk olarak tanımlamıştır. Bu aktörler pasif bir şekilde mevcut belirsizlik ortamının kendi aleyhlerine şekillenmesini beklemeyi tercih etmemiştir. Yeni oluşabilecek bölgesel güç dağılımını ve kurgusunu aktif bir şekilde kendilerine risk oluştura- bilecek bir mecranın ötesine çekmeye çalışmıştır. Devrim karşıtı koa- lisyon hızlı bir şekilde organize olarak karşı devrimci bir yapılanma ve stratejik ittifaka yönelmiştir. Başını BAE ve Suudi Arabistan’ın çekti- ği bu devrim karşıtı ittifak kendi etki alanlarını genişletmek için hem ABD’de ve Avrupa başkentlerinde hem de Rusya’da müttefik arayışı içerisinde olmuştur. Sahip oldukları petro dolarları ve kendilerine müt- tefik olarak belirledikleri İsrail lobisinin de katkıları ile çok boyutlu bir kamu diplomasisi yürütmüşlerdir. Bu diplomasinin temel hedefi Tür- kiye, Katar ve İran’ı itibarsızlaştırarak gerek bölge halkları gerekse Batı ARAP DEVRİMLERİ VE ULUSLARARASI AKTÖRLER / 161 kamuoyu ve karar alıcıları nezdinde karalamaktır. İslamcılık karşıtlı- ğı ve radikalizmle mücadele söylemlerini de aktif olarak dile getirerek kendi mücadele alanlarını genişletmeye çalışmışlardır. Özetle ABD, Arap Baharı sonrası dönemde Ortadoğu ve Kuzey Af- rika bölgesinden çekilmemiş ve bu bölgedeki kilit stratejik varlıklarını muhafaza etmiştir. Obama döneminde sadece bölgedeki askeri varlı- ğını azaltmış ve bu dönemde vekiller kullanma stratejisine yönelerek siyasi ve ekonomik maliyetini düşürme çabası içerisine girmiştir. Daha önce vekiller kullanma konusunda daha çekimser davranan Washing- ton yönetimi bu dönemde başta NATO müttefiki Türkiye’yi kendi saf- larında bölgesel operasyonlarında devreye sokmaya çalışmıştır. Bu ko- nuda başarılı olamayınca Türkiye’nin can düşmanı terör örgütü PKK ve onun Suriye’deki uzantısı PYD ile iş tutmaya çalışmıştır. Kendine bağımlı olabilecek ve seküler görünümlü tüm yerel aktörler ABD’nin merceğine girmiştir. ABD aktif bir şekilde bölgenin yeniden şekillenmesini doğrudan üstlenmiş olmasa da bölge siyasetinden çekilmesiyle oluşabilecek boş- luğa dair kaygıları yönetmeye hatta manipüle etmeye çalışmaktadır. Bu çabasında da kısmen başarılı olmuştur. Ne Irak’tan ne Suriye’den ne de Körfez’de bulunan üslerinden tamamen çekilmiş olan ABD bölgede daha az asker bulundurarak maksimum etki üretmeye çabalamaktadır. ABD’nin bu girişimi bölgedeki aktörlerce tam olarak kabul edilme- miştir. Bölgedeki temel sorunların başında Washington yönetiminin bölgedeki bu ikircikli tutumu gelmektedir. ABD ne hegemonik aktör olmanın gerekliliklerini yerine getirmekte ne de kendisinin bu rolden sıyrılmasıyla oluşabilecek alanda yeni bir sistem ve düzen oluşmasına izin vermektedir.